Şiirlerini Okuyanları Kafir İlan Eden Şeyhülislam'a İnat : Yunus Emre
KÜLTÜR
30.09.2021 - 20:33, Güncelleme:
05.05.2023 - 17:12
Şiirlerini Okuyanları Kafir İlan Eden Şeyhülislam'a İnat : Yunus Emre
UNESCO(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü )40. Genel Konferans Kararıyla 2021 Yılını "HACI BEKTAŞ VELİ, YUNUS EMRE ve AHİ EVRAN” Anma ve Kutlama Programına aldı.
Şimdi aynı gelenekten ve köklerden beslenen Kırşehir’i sarmalayan aynı coğrafyada yaşayan bu üç büyük değerimizi parçalamadan bir arada tutan ve ifade eden yoğun çabalarda iyi bir sınav verilmesinin iyi bir zamanıydı ama değerlendirilemedi...
♦♦♦
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başlayıp Moğol istilasının ağır zulmü altında Anadolu’da büyük-küçük Türk Beylikleri‘nin fışkırdığı 13. yüzyıl yarısından 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu’da Kırşehir’i de kapsayan “Karaman Bölgesi”nde doğdu ve yaşadı.
Büğünkü Hacıbektaş’ın bulunduğu Sulucakarahöyük’e Gizlenen Hacı Bektaş’ın; şimdi mezarının bulunduğu bölgede ,Halifesi Tapduk Emre’nin yanına yolladığı Yunus,Tapduk Emre’gözünde “Bizim Yunus” dur artık….
Medrese öğretiminden sonra tasavvuf yoluna giren Yunus, Tabduk Emre’ye kapılanmıştır.
Tabduk Emre’den “Baba Tabduk” diye bahseden Yunus Emre, Babailer zümresine mensuptur.
Hacı Bektaş Vilayetnamesi, Yunus’un şiirinde geçen Tabduk Emre’yi Hacı Bektaş halifelerinden biri olarak gösterir. Yunus Emre, Tabduk’la olan ilişkisini şu dizeleri ile ortaya kor:
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Baba Tapdık manasın saçtık elhamdürillah
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi aşdık elhamdürillah
İndik Rum’u kışladık çok hayr’ü şer işledik
Us bahar odu geri göçtük elhamdürillah
Dillfili pınar oduk, irkildik ırmak olduk
Akdık denize dolduk taştık elhamdürillah
Tapdık’ın tapusunda, kul olduk kapısında
Yunus Miskin çig idik, piştik elhamdürillah
YUNUS BABAİLERE MENSUP
Yunus Emre’nin, Babalılar zümresine mensup olduğunu açık bir dille ifade eden Abdulbaki GÖLPINARLI, “YUNUS EMRE” adlı incelemesinde konuyu şöyle açıklar:
“Medrese öğrenimden sonra tasavvuf yoluna giren Yunus, Tabduk Emre’ye kapılanmıştır. Bir şiirinde Tabduk Emre’nin, 1307-1308’de Giylan’da öldürülen Barak Baba’nın halifesi olduğunu, onun da 1263’te, 10-12 bin göçmen Türkmen’le Dobruca’ya geçen Sarı Saltuk’un halifesi olduğunu açıklamaktadır. Elimizde mensur bir risale de Sarı Saltuk Dervişi olduğunu söyler. Bektaşı Vilayetnamesi’ne göre, Sarı Saltuk, Hacı Bektaş Halifesidir. Vilayetname, Barak Baba’yla Tabduk Baba’yı da Hacı Bektaş Halifelerinden gösterir. Hacı Bektaş’ın 1241’de, Babalılar isyanı sonucunda öldürülen Baba İshak’ın halifesi olduğu kesin olduğundan ve Yunus’da bir şiirinde Tabduk Emre’den ‘Baba Tabduk’ diye bahsettiğinden Yunus Emre’nin Babalılar zümresine mensup olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.”
Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Yunus’un Tabduk Emre halifesi olduğunu özellikle belirterek ; “14. Asrın başlarında henüz hayatta bulunan ve 1307’den sonra vefat eden ve zamanımıza kadar şöhret ve kuvvetini muhafaza eden Tabduk Emre halifesi Yunus Emre” der.Tabduk Emre’nin Kırşehir’in de dâhil olduğu Karaman yöresinde yaşadığı sabittir.
TÜRKÇE ESER YAZMA GELENEĞİ, KIRŞEHİR’İN DE DÂHİL OLDUĞU KARAMAN OĞULLARI COĞRAFYASINDA...
Son yıllar da yapılan araştırmalar Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu iddialarını tümüyle çürütmektedir.
Kaldı ki “Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği”; Kırşehir’in de içinde yer aldığı “Karaman Oğulları coğrafyasında” başlamıştır. Gülşehri, Aşıkpaşa, Seyit Hamza, Fakih Ahmet, Sultan Veled, Hoca Dehhani hepsi de Karaman bölgesindedir. Tarihçi yazar Prof. Dr. Mikail Bayram, Yunus Emre’nin öz yurdunun bu bölge olduğunun özellikle altını çizer.
İbrahim Hakkı Konyalı Tabduk Emre mezarının Aksaray civarında ki Tabduk Emre Köyü’nde olduğuna dair Osmanlı arşivlerinde belgeler yayınlamıştır.
Tabduk Emre Halifesi olan Yunus Emre’nin de 13 yy sonun da Hacıbektaş, Kırşehir, Aksaray ve Niğde muhitlerinde yaşadığı tartışmalara bile kapı kapatacak bir düzey şekil almıştır
YUNUS EMRE MEZARI VE YAŞADIĞI BÖLGE TARTIŞMALARI..
Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın “Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar” adlı yapıtında Yunus Emre’nin mezarının bulunduğu yere ilişkin olarak şöyle der:
“Anadolu’da adettir, bazı azizlere türbe veya makam yapılmıştır. Yunus Emre’nin dört beş yerde türbesi vardır. Eskişehir’de, Sarıköy’de, Erzincan’da, Kayseri’de. Bence doğrusu Mucur ile Aksaray arasındaki Tapdık Emre köyünden birkaç saatlik bir yerde, Yunus Emre tepesindeki harap olmuş tekke ve Çilehane bitişiğindeki Yunus Emre denilen yerdedir”
Prof. Dr. Mikail Bayram, “ Tabduk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde yaşadığı sabit olduğu halde velayet-name’de onu da Sivrihisar’a nispet etmektedir.Bu da gösteriyor ki Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu tamamen hayal mahsülü bir haberdir.” diyerek Sivrihisar iddialarına şiddetle karşı çıkarak şöyle der; “ Türkçe sözlü, Türkmen şair Yunus Emre ve O’nun şeyhi Tabduk Emre Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yarım asrında ve devrinin sosyal-siyasi ve kültürel mücadeleleri içinde yaşamıştır. O’nu da Baba İlyas, Sofi Nuruh, Ahi Evren, Hacı Bektaş, Tabduk Emre gibi Türkmen fikir adamları gibi o devirde Anadolu’da mevcut olan Türkmencilik ülküsünü sürdüren ve bunun mücadelesini veren bir kişi olarak görmek lazımdır. Bu mücadelenin en büyük siyasi hamisi o zamanlar Karaman Oğulları Beyliği idi. Yunus Emre’yi de Karaman Oğulları safında görmek isabetli olacaktır.”
Nitekim Kırşehir’e bağlı Ulupınar Kasabası sınırları içerisinde ki. Türbe, sarp kayalıklar üzerine sonradan yapılmış olup projesi bir türlü hayata geçirilemeyen. Yunus Emre Milli Parkı içinde bulunmaktadır.
Türbenin hemen yakınında Yunus Emre’ye atfedilen Çilehane Binası mevcut olup;25 kilometre kuzeyinde Hacı Bektaş,10 kilometre güneyinde ’de Sarıkaraman sınırları içerisinde Tabduk vardır.
Bektaşi geleneğinde Sarı Saltuk’tan da bir şiirinde bahseden Yunus:
“İsakcâda Sarı Saltuk yatar
Varup ziyaret ettin mi turnam”
diyerek bugün hala Anadolu Alevileri içinde yaşayan pirlerin mezarlarından bahseder.
“Tanrı aşkıyla insanlık aşkının gelip kavuştuğu ve de kimi zaman panteist vurgulamaları içeren mistizmi bildik terimlerle ve somut simgelerle dile getirir Yunus.”
Osmanlı öncesi Anadolu’nun dil ve edebiyat kültürünün ve daha sonraki aşamalarında da devrin tek büyük şairidir Yunus.
Yine Âşık Paşa’nın Garipnamesi’ni çeviren Pr. Dr. Kemal YAVUZ; “O devirde Türkçeyi en iyi kullanan şairin Yunus Emre olduğunu, Tasavvufun derin manalarını Türkçe kelimeler yükleyerek Türk dilini açıp derinleştirdiğini. Ondaki Türkçenin, gönül dili olduğunu belirterek Aralarında yüz yıldan fazla bir zaman farkı da olsa bazı şiirlerine nazire yaptığı, Ahmed Yesevî’ye edebî zevk ve kaynak yönü ile bağlı bulunduğunu ve hatta “Ahmed Yesevî’nin Anadolu’daki paraleli “olduğunun” altını çizer. Yunus’un Şiirlerinde adını zikrettiği ve kapısında piştiğini söylediği hocası Tapduk Emre’den söz ettiğine vurgu yapan Kemal Yavuz özetle;
“Şiirlerinde adını zikrettiği hocası Tapduk Emre’dir. O, o kapıda piştiğini ‘Taptuğun tapusında kul olduk kapusında/ Yunus miskin çiğ idi pişdük elhamdülillah’ diyerek en açık şekilde dile getirir Bütün bunlar apaçık görülürken Yunus’un başka yerlere de bağlanması, milletimizin, bölge bölge onu ne kadar sevdiğinin, gönülden gelen sözlerindeki tesirinin ne derece kıymetli olduğunu da belirtmeliyiz. Bölgedeki kültür faaliyetlerine baktığımızda Aksaray, Kırşehir ve Nevşehir merkezleri arasındaki sahanın, özellikle Kırşehir’in ne kadar verimli bir yer olduğunu bilmek gerekir. Devrin büyüklerinden olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bu yörede olması ayrı bir delildir. Yunus, Gülşehrî ve Âşık Paşa gibi bu bölgenin şairi olmalıdır. Zaten bu bölgede mezarı da bulunmaktadır. Yunus Emre’nin asıl vatanının Kızılırmak bölgesi olduğunu belirtmek gerekir. Hacı Bektaş-ı Veli, Tapduk Emre ve Yunus Emre’nin aralarında geçen hadiseler de bu coğrafyada meydana çıkmıştır ve hepsinin kabirleri de bu bölgededir. Menkıbe de bunu göstermektedir.” der.(Bakınız: Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.. “Yunus Emre’nin Yaşadığı Zamanda Türk Edebiyatına Genel Bir Bakış Kemal Yavuz.s.26-36)
Kaldı ki “Yunusun Eskişehir’e havale edilmesi” hususu artık bilim adamlarının peyderpey gün yüzüne çıkardıkları yeni bilgi ve belgeler ışığında pek mümkün görünmemektedir.
Yunus Emre; meşhur Babai İsyanın ve ardından Moğol istilası ve zulmünün Başladığı Selçuk Sultanlığının da Moğol istilası altında kukla duruma düştüğü dönemde 1240-1241 yıllarında doğmuş, o günün sıkıntılı Anadolu’sunda okuyup gönlünün sızısını dindirmeye çalışmış, şiirlerinde bu durumu açık saçık beyan etmiştir. Yine tamda burada,Prof.Dr Kemal Yavuz’un tespit ettiği şekliyle; “Türkler için Anadolu’da bir eziyet devri olan XIII. yüzyıl ortasından XIV. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen zamanda bu zulmün dalgalarının Eskişehir bölgesine vurması da pek mümkün değildir”
Yine Baki Yaşa Altınok;"Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde faaliyet göstermiş olduğunu 1333 yılında Niğdeli Kadı Ahmed tarafından yazılan el-Veledü’ş Şefik adlı eserden de öğrendiklerini" aktarır. (Niğdeli Kadı Ahmed, 1333: 216).
“TÜRK TASAVVUF EDEBİYATI”NI ZİRVEYE TAŞIDI
O kendi zamanında sufiliğin edebi basmakalıp düşüncelerini ılımlı bir biçimde kullanmış, Moğol istilası döneminin halkta uyandırdığı derin duyguları, acıları, umutları dile getirmiş. Günlük yaşamın olayları içinde köylülerin çetin yaşamını ortaya koymuştur.
Tamda burada Baki Yaşa Altınok’un Yunus’a dair bir ciddi saptamasını hatırlamakta yarar var:
“Dönemin birçok Alp Ereniyle birlikte Yunus Emre’nin de asıl kimliği örtülerek, elinde asa, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak, ilahiler söyleyen miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız bir şahsiyet olarak tanıtılmıştır. Şiirlerinden de görüldüğü gibi Yunus Emre, Moğol zulmü, Selçuklu idarecilerinin adaletsizliğini çekinmeden şiirlerinde dile getirmiştir.(Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.“Yeni Vesikalara Göre Yunus Emre’nin Ahi Evran,Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi”. Baki Yaşa ALTINOK.s.238)
Moğol ve Selçuklu idarecilerin, halka büyük zulümler yaptığı dahası görülmemiş bir kıtlıktan halkın aç ve yoksul duruma düştüğü, dirlik ve düzenin bozulduğu bir döneminde doğup büyüyen, tüm bu durumu yaşayıp gören Yunus; bir şiirinde dönemi şöyle anlatır.
"Gitti beyler mürveti, bindiği yüğrük atı
Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar
Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmuşdur"
Yunus, gündelik konuşulan Türk dili ile halktan insanların dinleyip anlayabilecekleri şiirler de yazdı. Türkiye’de bugün de anlaşılan bu şiirler, şöhretinden hiçbir şey yitirmemiştir.
Türk edebiyatında çağdaşlarının eserleri, kimi aydınlardan başkasını ilgilendirmezken, Yunus’unkiler Türkiye’nin ulusal bilincinde yaşamış, halk arasında yüzyıllardır artan bir şöhretle efsanevi bir boyut kazanmıştır.
Türkmen şairi Yunus, Türkçeyi kolaylığı ve sadeliği içinde ve kendi döneminden gerilerde hiç kimseyle mukayese edilemeyecek derecede bir yetenekle söylemeyi başararak Anadolu’da Türk Tasavvuf Edebiyatını zirveye taşımıştır.
BEKTAŞİ ANENESİNİNE VE TÜRK ŞİİRİNE BÜYÜK ZENGİNLİK KATTI.
Yunus’un şiirlerinde geçen “Tabduk” manasını “Tapmakla” ilgili olduğunu söyleyecek kadar gülünç bir duruma düşerek, Yunus’u bağlarından koparmaya ve başka mecralara çekmeye çalışanlar, daha da ileri giderek “Tabduk’un Yunus’un şeyhi olmaması gerekir” şeklinde not düşmeyi de ihmal etmiyorlar, üstelik “Bektaşiliği, kuruluşundan itibaren şeriat dışı bir tarikat sayanlara hak vermek icab eder” diyerek Türk Kültürünün sanki Arap-Acem kültürünün dışına çıkmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Daha da ileri gederek “Bektaşi ananesinin Yunus’u benimsemesi neticesinde Yunus’un Bektaşi olduğuna katiyetle hükmetmek doğru olmaz” diyebilmekteler.
Oysa; Türk Edebiyatının en büyük adlarından Yunus Emre, sadece halk ve tekke şiirini değil divan şirininde de büyük değişim yarattı ve sevgiyi temel aldı.
Bir yönüyle; tasavvuf düşüncesi çerçevesinde, Bektaşi ananesine ve Türk şiirine büyük zenginlik kattı.
Oysa Yunus’un ünlü divanında Tabduk Emre’ye karşı beslediği derin ve çok samimi bağlılık duyguları içeren parçalara sık sık rastlanır. Yunus’un yaşadığı dönemdeki tasavvufi hayat Yunus’un şiirlerinde geçen Tabduk Emre’nin Kadiri değil, Babai Tarikatı’na mensup olması ihtimalini güçlendirdiği gibi, Tabduk Emre’den feyz alan Yunus da şeriat ehlinin hoş göremeyeceği bir takım hususiyetlere de rastlanır.
Arap İslam anlayışında kendini bulan “tanrıdan korkma”, yerine, “tanrıyı sevme”yi öğütleyen Mutasavvıf Türkmen şeyhlerinin genel anlayışları ile de bütünlük içindedir Yunus. Bu yüzden birçok mesele gibi "cennet, cehennem, sırat" ve benzeri gibi kavramlar, onun şiirlerinde zekice ve “kendi olan” düşüncelerine konu olmakla kalmaz, bu ve benzer alanları kapmış derviş geçinenleri ve devlet adamlarını en acımasız şekilde eleştirir.
YUNUS ÜZERİNE İNCELEMELER; ANADOLU’DA OSMANLIN SON DÖNEMİNDE, “ULUSAL UYANIŞ”LA BAŞLADI. CUMHURİYETÇİ VE LAİK TÜRKİYEDE ÖVÜLÜP YÜCELTİLDİ.
Baba İshak (Ö. 1240), Barak Baba (Ö. 1318), Yunus Emre (Ö. 1321) ve nihayet Hacı Bektaş (Ö. 1337) gibi büyük Türkmen şeyhlerinin anladığı ve telkin ettiği İslamiyet Türk Şamanizmi’nin veya diğer kaynaklardan gelen ve halka kadar inen muhtelif inançların geniş tasavvufi fikirlerle kaynaşmasından meydana gelmiştir.
Anadolu gibi birçok inançların kaynaştığı sosyal bir alanda yaşayan bu Türkmen şeyhlerinin bir kısmı özellikle de ölümlerinden sonra, yalnızca kendilerine tabii yaşayış ve inaçlara bağlı Türkmenler’ ’in değil, sunni Türkler’in ve hatta Hiristiyanlar’ın bile “veli”leri haline gelmişlerdir.
Şiirleri çoğu kez başarılı yığınlarca düzmece şiirlerle de kabartılan Yunus, halk dininin ermişlerinden biri olmuş, o Anadolu’da dokuz ayrı yerde mezara sahip olmanın onurunu taşımış. Osmanlı İmparatorluğunda da Ortadoks ya da hak-mezhep dışı birçok tarikatları derinden etkileyerek Cumhuriyetçi ve laik Türkiye’de övülüp yüceltilmiştir. Ayrıca Yunus'un şiirleri Türkiye Cumhuriyetine büyük bir güç kaynağı olmuş, hangi fikir ve inançta olursa olsun her insan kendine göre bir şekilde onunla buluşmuştur.
YUNUS’UN ŞİİRLERİNİ KÜFÜR, KÂFİRLİK OLARAK GÖREN OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMI…
Yunus’un hakka yürüyüşünden 300 yıl sonra Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuud Efendi, Yunus’un şiirlerini küfür, kâfirlik olarak görmüş, Yunus’un şiirlerini okuyanlara yönelik olarak “ Bazıları tekkelerde toplanıp “Cennet Cennet dedikleri/Bir ev ile birkaç Huri/İsteyene ver sen onu/Bana seni gerek seni” diyenler kâfirdirler, katledilmeleri dine uygundur.” şeklinde fetvalar vermiş, “bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerektiğini” söylemekten geri durmamıştır..
Nitekim; Yunus Emre üzerine olan inceleme ve yayınların, Anadolu’da "ulusal uyanışın" da ilk kıvılcımlarının görüldüğü ve Osmanlının sadece son dönemlerinde 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlaması hiç de tesadüf değildir.
“Divan-ı Aşık Yunus Emre” adı altında Yunus şiirlerinin topluca, basılması 1885, 1902, 1909 yıllarında olmuştur. Yunus Emre üzerine ilk yayınlar II. Meşrutiyet dönemine rastlar.1918'de Fuad Köprülü'nün ünlü eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” eserinde ele alınmıştır ki bundan önce, 1913 yılında Rıza Tevfik “Büyük Duygu” dergisinde Yunus Emre ile ilgili kaleme aldıkları yazılara da rastlanır. Yine Sovyet ilim dünyası, ünlü doğu bilimcilerinden Vladimir Gordlevskiy 1920’lerde araştırma ve incelemeler yaptığı Türkiye’de “çok sayıda insanın, Yunus Emre’nin sadece adını değil, aynı zamanda onun şiirlerini de bildiğini, özellikle, tarikatlara bağlı olan dervişlerin, Yunus Emre şiirlerini ezberden okuduğunu” belirtir.
Esasen Yunus, Babailerden kalanlarla sıkı bir ilişki içinde ve de onların geliştirdikleri ortamda serpilmiştir.
Anadolu’da Yunus Emre’den başlayarak propaganda gayesi takip eden “Hikmet” ler, Orta Asya Hârezm Volga sahalarında 8 asırdan beri mahiyetini hiç değiştirmeyerek devam etmiş. Türk halk kitleleri üzerinde asırlarca etkili olmuş, İslami, yani sûfîyâne unsurlarla milli, yani eski Türk Halk Edebiyatı geleneğini kaynaştırmıştır.
Yunus’tan 3-4 yüzyıl önce Orta Asya'da Ahmet Yesevi şiirleri, Kutadgu Bilig gibi çok büyük edebiyat eserleri yazımının, bununda öncesince, Orhun yazıtları ve Eski Uygur yazılı edebiyatının varlığı bilinmekle birlikte Yunus böylesi bir damarı ve geleneği Anadolu’ya taşıyan önemli bir şahsiyettir.
Yunus’un şiirlerini; Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türklerin 13-14. yüzyıldan sonra yaratılan Oğuzca’ya dayalı yeni ve çok geliştirilmiş Türk yazı dilinin ilk ve ciddi örnekleri olarak da değerlendirmek gerekir.
Adnan YILMAZ
UNESCO(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü )40. Genel Konferans Kararıyla 2021 Yılını "HACI BEKTAŞ VELİ, YUNUS EMRE ve AHİ EVRAN” Anma ve Kutlama Programına aldı.
Şimdi aynı gelenekten ve köklerden beslenen Kırşehir’i sarmalayan aynı coğrafyada yaşayan bu üç büyük değerimizi parçalamadan bir arada tutan ve ifade eden yoğun çabalarda iyi bir sınav verilmesinin iyi bir zamanıydı ama değerlendirilemedi...
♦♦♦
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başlayıp Moğol istilasının ağır zulmü altında Anadolu’da büyük-küçük Türk Beylikleri‘nin fışkırdığı 13. yüzyıl yarısından 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu’da Kırşehir’i de kapsayan “Karaman Bölgesi”nde doğdu ve yaşadı.
Büğünkü Hacıbektaş’ın bulunduğu Sulucakarahöyük’e Gizlenen Hacı Bektaş’ın; şimdi mezarının bulunduğu bölgede ,Halifesi Tapduk Emre’nin yanına yolladığı Yunus,Tapduk Emre’gözünde “Bizim Yunus” dur artık….
Medrese öğretiminden sonra tasavvuf yoluna giren Yunus, Tabduk Emre’ye kapılanmıştır.
Tabduk Emre’den “Baba Tabduk” diye bahseden Yunus Emre, Babailer zümresine mensuptur.
Hacı Bektaş Vilayetnamesi, Yunus’un şiirinde geçen Tabduk Emre’yi Hacı Bektaş halifelerinden biri olarak gösterir. Yunus Emre, Tabduk’la olan ilişkisini şu dizeleri ile ortaya kor:
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Baba Tapdık manasın saçtık elhamdürillah
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi aşdık elhamdürillah
İndik Rum’u kışladık çok hayr’ü şer işledik
Us bahar odu geri göçtük elhamdürillah
Dillfili pınar oduk, irkildik ırmak olduk
Akdık denize dolduk taştık elhamdürillah
Tapdık’ın tapusunda, kul olduk kapısında
Yunus Miskin çig idik, piştik elhamdürillah
YUNUS BABAİLERE MENSUP
Yunus Emre’nin, Babalılar zümresine mensup olduğunu açık bir dille ifade eden Abdulbaki GÖLPINARLI, “YUNUS EMRE” adlı incelemesinde konuyu şöyle açıklar:
“Medrese öğrenimden sonra tasavvuf yoluna giren Yunus, Tabduk Emre’ye kapılanmıştır. Bir şiirinde Tabduk Emre’nin, 1307-1308’de Giylan’da öldürülen Barak Baba’nın halifesi olduğunu, onun da 1263’te, 10-12 bin göçmen Türkmen’le Dobruca’ya geçen Sarı Saltuk’un halifesi olduğunu açıklamaktadır. Elimizde mensur bir risale de Sarı Saltuk Dervişi olduğunu söyler. Bektaşı Vilayetnamesi’ne göre, Sarı Saltuk, Hacı Bektaş Halifesidir. Vilayetname, Barak Baba’yla Tabduk Baba’yı da Hacı Bektaş Halifelerinden gösterir. Hacı Bektaş’ın 1241’de, Babalılar isyanı sonucunda öldürülen Baba İshak’ın halifesi olduğu kesin olduğundan ve Yunus’da bir şiirinde Tabduk Emre’den ‘Baba Tabduk’ diye bahsettiğinden Yunus Emre’nin Babalılar zümresine mensup olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.”
Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Yunus’un Tabduk Emre halifesi olduğunu özellikle belirterek ; “14. Asrın başlarında henüz hayatta bulunan ve 1307’den sonra vefat eden ve zamanımıza kadar şöhret ve kuvvetini muhafaza eden Tabduk Emre halifesi Yunus Emre” der.Tabduk Emre’nin Kırşehir’in de dâhil olduğu Karaman yöresinde yaşadığı sabittir.
TÜRKÇE ESER YAZMA GELENEĞİ, KIRŞEHİR’İN DE DÂHİL OLDUĞU KARAMAN OĞULLARI COĞRAFYASINDA...
Son yıllar da yapılan araştırmalar Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu iddialarını tümüyle çürütmektedir.
Kaldı ki “Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği”; Kırşehir’in de içinde yer aldığı “Karaman Oğulları coğrafyasında” başlamıştır. Gülşehri, Aşıkpaşa, Seyit Hamza, Fakih Ahmet, Sultan Veled, Hoca Dehhani hepsi de Karaman bölgesindedir. Tarihçi yazar Prof. Dr. Mikail Bayram, Yunus Emre’nin öz yurdunun bu bölge olduğunun özellikle altını çizer.
İbrahim Hakkı Konyalı Tabduk Emre mezarının Aksaray civarında ki Tabduk Emre Köyü’nde olduğuna dair Osmanlı arşivlerinde belgeler yayınlamıştır.
Tabduk Emre Halifesi olan Yunus Emre’nin de 13 yy sonun da Hacıbektaş, Kırşehir, Aksaray ve Niğde muhitlerinde yaşadığı tartışmalara bile kapı kapatacak bir düzey şekil almıştır
YUNUS EMRE MEZARI VE YAŞADIĞI BÖLGE TARTIŞMALARI..
Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın “Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar” adlı yapıtında Yunus Emre’nin mezarının bulunduğu yere ilişkin olarak şöyle der:
“Anadolu’da adettir, bazı azizlere türbe veya makam yapılmıştır. Yunus Emre’nin dört beş yerde türbesi vardır. Eskişehir’de, Sarıköy’de, Erzincan’da, Kayseri’de. Bence doğrusu Mucur ile Aksaray arasındaki Tapdık Emre köyünden birkaç saatlik bir yerde, Yunus Emre tepesindeki harap olmuş tekke ve Çilehane bitişiğindeki Yunus Emre denilen yerdedir”
Prof. Dr. Mikail Bayram, “ Tabduk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde yaşadığı sabit olduğu halde velayet-name’de onu da Sivrihisar’a nispet etmektedir.Bu da gösteriyor ki Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu tamamen hayal mahsülü bir haberdir.” diyerek Sivrihisar iddialarına şiddetle karşı çıkarak şöyle der; “ Türkçe sözlü, Türkmen şair Yunus Emre ve O’nun şeyhi Tabduk Emre Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yarım asrında ve devrinin sosyal-siyasi ve kültürel mücadeleleri içinde yaşamıştır. O’nu da Baba İlyas, Sofi Nuruh, Ahi Evren, Hacı Bektaş, Tabduk Emre gibi Türkmen fikir adamları gibi o devirde Anadolu’da mevcut olan Türkmencilik ülküsünü sürdüren ve bunun mücadelesini veren bir kişi olarak görmek lazımdır. Bu mücadelenin en büyük siyasi hamisi o zamanlar Karaman Oğulları Beyliği idi. Yunus Emre’yi de Karaman Oğulları safında görmek isabetli olacaktır.”
Nitekim Kırşehir’e bağlı Ulupınar Kasabası sınırları içerisinde ki. Türbe, sarp kayalıklar üzerine sonradan yapılmış olup projesi bir türlü hayata geçirilemeyen. Yunus Emre Milli Parkı içinde bulunmaktadır.
Türbenin hemen yakınında Yunus Emre’ye atfedilen Çilehane Binası mevcut olup;25 kilometre kuzeyinde Hacı Bektaş,10 kilometre güneyinde ’de Sarıkaraman sınırları içerisinde Tabduk vardır.
Bektaşi geleneğinde Sarı Saltuk’tan da bir şiirinde bahseden Yunus:
“İsakcâda Sarı Saltuk yatar
Varup ziyaret ettin mi turnam”
diyerek bugün hala Anadolu Alevileri içinde yaşayan pirlerin mezarlarından bahseder.
“Tanrı aşkıyla insanlık aşkının gelip kavuştuğu ve de kimi zaman panteist vurgulamaları içeren mistizmi bildik terimlerle ve somut simgelerle dile getirir Yunus.”
Osmanlı öncesi Anadolu’nun dil ve edebiyat kültürünün ve daha sonraki aşamalarında da devrin tek büyük şairidir Yunus.
Yine Âşık Paşa’nın Garipnamesi’ni çeviren Pr. Dr. Kemal YAVUZ; “O devirde Türkçeyi en iyi kullanan şairin Yunus Emre olduğunu, Tasavvufun derin manalarını Türkçe kelimeler yükleyerek Türk dilini açıp derinleştirdiğini. Ondaki Türkçenin, gönül dili olduğunu belirterek Aralarında yüz yıldan fazla bir zaman farkı da olsa bazı şiirlerine nazire yaptığı, Ahmed Yesevî’ye edebî zevk ve kaynak yönü ile bağlı bulunduğunu ve hatta “Ahmed Yesevî’nin Anadolu’daki paraleli “olduğunun” altını çizer. Yunus’un Şiirlerinde adını zikrettiği ve kapısında piştiğini söylediği hocası Tapduk Emre’den söz ettiğine vurgu yapan Kemal Yavuz özetle;
“Şiirlerinde adını zikrettiği hocası Tapduk Emre’dir. O, o kapıda piştiğini ‘Taptuğun tapusında kul olduk kapusında/ Yunus miskin çiğ idi pişdük elhamdülillah’ diyerek en açık şekilde dile getirir Bütün bunlar apaçık görülürken Yunus’un başka yerlere de bağlanması, milletimizin, bölge bölge onu ne kadar sevdiğinin, gönülden gelen sözlerindeki tesirinin ne derece kıymetli olduğunu da belirtmeliyiz. Bölgedeki kültür faaliyetlerine baktığımızda Aksaray, Kırşehir ve Nevşehir merkezleri arasındaki sahanın, özellikle Kırşehir’in ne kadar verimli bir yer olduğunu bilmek gerekir. Devrin büyüklerinden olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bu yörede olması ayrı bir delildir. Yunus, Gülşehrî ve Âşık Paşa gibi bu bölgenin şairi olmalıdır. Zaten bu bölgede mezarı da bulunmaktadır. Yunus Emre’nin asıl vatanının Kızılırmak bölgesi olduğunu belirtmek gerekir. Hacı Bektaş-ı Veli, Tapduk Emre ve Yunus Emre’nin aralarında geçen hadiseler de bu coğrafyada meydana çıkmıştır ve hepsinin kabirleri de bu bölgededir. Menkıbe de bunu göstermektedir.” der.(Bakınız: Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.. “Yunus Emre’nin Yaşadığı Zamanda Türk Edebiyatına Genel Bir Bakış Kemal Yavuz.s.26-36)
Kaldı ki “Yunusun Eskişehir’e havale edilmesi” hususu artık bilim adamlarının peyderpey gün yüzüne çıkardıkları yeni bilgi ve belgeler ışığında pek mümkün görünmemektedir.
Yunus Emre; meşhur Babai İsyanın ve ardından Moğol istilası ve zulmünün Başladığı Selçuk Sultanlığının da Moğol istilası altında kukla duruma düştüğü dönemde 1240-1241 yıllarında doğmuş, o günün sıkıntılı Anadolu’sunda okuyup gönlünün sızısını dindirmeye çalışmış, şiirlerinde bu durumu açık saçık beyan etmiştir. Yine tamda burada,Prof.Dr Kemal Yavuz’un tespit ettiği şekliyle; “Türkler için Anadolu’da bir eziyet devri olan XIII. yüzyıl ortasından XIV. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen zamanda bu zulmün dalgalarının Eskişehir bölgesine vurması da pek mümkün değildir”
Yine Baki Yaşa Altınok;"Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde faaliyet göstermiş olduğunu 1333 yılında Niğdeli Kadı Ahmed tarafından yazılan el-Veledü’ş Şefik adlı eserden de öğrendiklerini" aktarır. (Niğdeli Kadı Ahmed, 1333: 216).
“TÜRK TASAVVUF EDEBİYATI”NI ZİRVEYE TAŞIDI
O kendi zamanında sufiliğin edebi basmakalıp düşüncelerini ılımlı bir biçimde kullanmış, Moğol istilası döneminin halkta uyandırdığı derin duyguları, acıları, umutları dile getirmiş. Günlük yaşamın olayları içinde köylülerin çetin yaşamını ortaya koymuştur.
Tamda burada Baki Yaşa Altınok’un Yunus’a dair bir ciddi saptamasını hatırlamakta yarar var:
“Dönemin birçok Alp Ereniyle birlikte Yunus Emre’nin de asıl kimliği örtülerek, elinde asa, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak, ilahiler söyleyen miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız bir şahsiyet olarak tanıtılmıştır. Şiirlerinden de görüldüğü gibi Yunus Emre, Moğol zulmü, Selçuklu idarecilerinin adaletsizliğini çekinmeden şiirlerinde dile getirmiştir.(Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.“Yeni Vesikalara Göre Yunus Emre’nin Ahi Evran,Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi”. Baki Yaşa ALTINOK.s.238)
Moğol ve Selçuklu idarecilerin, halka büyük zulümler yaptığı dahası görülmemiş bir kıtlıktan halkın aç ve yoksul duruma düştüğü, dirlik ve düzenin bozulduğu bir döneminde doğup büyüyen, tüm bu durumu yaşayıp gören Yunus; bir şiirinde dönemi şöyle anlatır.
"Gitti beyler mürveti, bindiği yüğrük atı
Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar
Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmuşdur"
Yunus, gündelik konuşulan Türk dili ile halktan insanların dinleyip anlayabilecekleri şiirler de yazdı. Türkiye’de bugün de anlaşılan bu şiirler, şöhretinden hiçbir şey yitirmemiştir.
Türk edebiyatında çağdaşlarının eserleri, kimi aydınlardan başkasını ilgilendirmezken, Yunus’unkiler Türkiye’nin ulusal bilincinde yaşamış, halk arasında yüzyıllardır artan bir şöhretle efsanevi bir boyut kazanmıştır.
Türkmen şairi Yunus, Türkçeyi kolaylığı ve sadeliği içinde ve kendi döneminden gerilerde hiç kimseyle mukayese edilemeyecek derecede bir yetenekle söylemeyi başararak Anadolu’da Türk Tasavvuf Edebiyatını zirveye taşımıştır.
BEKTAŞİ ANENESİNİNE VE TÜRK ŞİİRİNE BÜYÜK ZENGİNLİK KATTI.
Yunus’un şiirlerinde geçen “Tabduk” manasını “Tapmakla” ilgili olduğunu söyleyecek kadar gülünç bir duruma düşerek, Yunus’u bağlarından koparmaya ve başka mecralara çekmeye çalışanlar, daha da ileri giderek “Tabduk’un Yunus’un şeyhi olmaması gerekir” şeklinde not düşmeyi de ihmal etmiyorlar, üstelik “Bektaşiliği, kuruluşundan itibaren şeriat dışı bir tarikat sayanlara hak vermek icab eder” diyerek Türk Kültürünün sanki Arap-Acem kültürünün dışına çıkmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Daha da ileri gederek “Bektaşi ananesinin Yunus’u benimsemesi neticesinde Yunus’un Bektaşi olduğuna katiyetle hükmetmek doğru olmaz” diyebilmekteler.
Oysa; Türk Edebiyatının en büyük adlarından Yunus Emre, sadece halk ve tekke şiirini değil divan şirininde de büyük değişim yarattı ve sevgiyi temel aldı.
Bir yönüyle; tasavvuf düşüncesi çerçevesinde, Bektaşi ananesine ve Türk şiirine büyük zenginlik kattı.
Oysa Yunus’un ünlü divanında Tabduk Emre’ye karşı beslediği derin ve çok samimi bağlılık duyguları içeren parçalara sık sık rastlanır. Yunus’un yaşadığı dönemdeki tasavvufi hayat Yunus’un şiirlerinde geçen Tabduk Emre’nin Kadiri değil, Babai Tarikatı’na mensup olması ihtimalini güçlendirdiği gibi, Tabduk Emre’den feyz alan Yunus da şeriat ehlinin hoş göremeyeceği bir takım hususiyetlere de rastlanır.
Arap İslam anlayışında kendini bulan “tanrıdan korkma”, yerine, “tanrıyı sevme”yi öğütleyen Mutasavvıf Türkmen şeyhlerinin genel anlayışları ile de bütünlük içindedir Yunus. Bu yüzden birçok mesele gibi "cennet, cehennem, sırat" ve benzeri gibi kavramlar, onun şiirlerinde zekice ve “kendi olan” düşüncelerine konu olmakla kalmaz, bu ve benzer alanları kapmış derviş geçinenleri ve devlet adamlarını en acımasız şekilde eleştirir.
YUNUS ÜZERİNE İNCELEMELER; ANADOLU’DA OSMANLIN SON DÖNEMİNDE, “ULUSAL UYANIŞ”LA BAŞLADI. CUMHURİYETÇİ VE LAİK TÜRKİYEDE ÖVÜLÜP YÜCELTİLDİ.
Baba İshak (Ö. 1240), Barak Baba (Ö. 1318), Yunus Emre (Ö. 1321) ve nihayet Hacı Bektaş (Ö. 1337) gibi büyük Türkmen şeyhlerinin anladığı ve telkin ettiği İslamiyet Türk Şamanizmi’nin veya diğer kaynaklardan gelen ve halka kadar inen muhtelif inançların geniş tasavvufi fikirlerle kaynaşmasından meydana gelmiştir.
Anadolu gibi birçok inançların kaynaştığı sosyal bir alanda yaşayan bu Türkmen şeyhlerinin bir kısmı özellikle de ölümlerinden sonra, yalnızca kendilerine tabii yaşayış ve inaçlara bağlı Türkmenler’ ’in değil, sunni Türkler’in ve hatta Hiristiyanlar’ın bile “veli”leri haline gelmişlerdir.
Şiirleri çoğu kez başarılı yığınlarca düzmece şiirlerle de kabartılan Yunus, halk dininin ermişlerinden biri olmuş, o Anadolu’da dokuz ayrı yerde mezara sahip olmanın onurunu taşımış. Osmanlı İmparatorluğunda da Ortadoks ya da hak-mezhep dışı birçok tarikatları derinden etkileyerek Cumhuriyetçi ve laik Türkiye’de övülüp yüceltilmiştir. Ayrıca Yunus'un şiirleri Türkiye Cumhuriyetine büyük bir güç kaynağı olmuş, hangi fikir ve inançta olursa olsun her insan kendine göre bir şekilde onunla buluşmuştur.
YUNUS’UN ŞİİRLERİNİ KÜFÜR, KÂFİRLİK OLARAK GÖREN OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMI…
Yunus’un hakka yürüyüşünden 300 yıl sonra Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuud Efendi, Yunus’un şiirlerini küfür, kâfirlik olarak görmüş, Yunus’un şiirlerini okuyanlara yönelik olarak “ Bazıları tekkelerde toplanıp “Cennet Cennet dedikleri/Bir ev ile birkaç Huri/İsteyene ver sen onu/Bana seni gerek seni” diyenler kâfirdirler, katledilmeleri dine uygundur.” şeklinde fetvalar vermiş, “bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerektiğini” söylemekten geri durmamıştır..
Nitekim; Yunus Emre üzerine olan inceleme ve yayınların, Anadolu’da "ulusal uyanışın" da ilk kıvılcımlarının görüldüğü ve Osmanlının sadece son dönemlerinde 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlaması hiç de tesadüf değildir.
“Divan-ı Aşık Yunus Emre” adı altında Yunus şiirlerinin topluca, basılması 1885, 1902, 1909 yıllarında olmuştur. Yunus Emre üzerine ilk yayınlar II. Meşrutiyet dönemine rastlar.1918'de Fuad Köprülü'nün ünlü eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” eserinde ele alınmıştır ki bundan önce, 1913 yılında Rıza Tevfik “Büyük Duygu” dergisinde Yunus Emre ile ilgili kaleme aldıkları yazılara da rastlanır. Yine Sovyet ilim dünyası, ünlü doğu bilimcilerinden Vladimir Gordlevskiy 1920’lerde araştırma ve incelemeler yaptığı Türkiye’de “çok sayıda insanın, Yunus Emre’nin sadece adını değil, aynı zamanda onun şiirlerini de bildiğini, özellikle, tarikatlara bağlı olan dervişlerin, Yunus Emre şiirlerini ezberden okuduğunu” belirtir.
Esasen Yunus, Babailerden kalanlarla sıkı bir ilişki içinde ve de onların geliştirdikleri ortamda serpilmiştir.
Anadolu’da Yunus Emre’den başlayarak propaganda gayesi takip eden “Hikmet” ler, Orta Asya Hârezm Volga sahalarında 8 asırdan beri mahiyetini hiç değiştirmeyerek devam etmiş. Türk halk kitleleri üzerinde asırlarca etkili olmuş, İslami, yani sûfîyâne unsurlarla milli, yani eski Türk Halk Edebiyatı geleneğini kaynaştırmıştır.
Yunus’tan 3-4 yüzyıl önce Orta Asya'da Ahmet Yesevi şiirleri, Kutadgu Bilig gibi çok büyük edebiyat eserleri yazımının, bununda öncesince, Orhun yazıtları ve Eski Uygur yazılı edebiyatının varlığı bilinmekle birlikte Yunus böylesi bir damarı ve geleneği Anadolu’ya taşıyan önemli bir şahsiyettir.
Yunus’un şiirlerini; Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türklerin 13-14. yüzyıldan sonra yaratılan Oğuzca’ya dayalı yeni ve çok geliştirilmiş Türk yazı dilinin ilk ve ciddi örnekleri olarak da değerlendirmek gerekir.
Adnan YILMAZ
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.