Türk Keneşi ve Avrasya

KÜLTÜR 03.04.2021 - 08:50, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

Türk Keneşi ve Avrasya

Türk Konseyi Devlet Başkanları Zirvesi, üç gün önce, Kazakistan’ın ev sahipliğinde, çevrimiçi ortamda yapıldı. Zirveye asil üyeler Kazakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Özbekistan’la birlikte, gözlemci üyeler Macaristan ve Türkmenistan da katıldı. Zirvede, Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı, Türk Konseyi Onursal Başkanı Nursultan Nazarbayev, dil ve alfabe birliği konusunda sıkça belirttiği düşüncelerini, bir kez daha gündeme getirdi. İnsani, kültürel gelişim yanında, işbirliğini derinleştirmek için de Latin alfabesi kullanmanın önemine değindi. Karşılıklı ticaretin ve yatırımların altını çizdi.   Bu tür zirveler önemli. İşbirliği ve kurumsallaşma bağlamında değerli. Önemli yaklaşım farklarını görmemizi sağladığı için de öğretici. Konuyu tartışalım.   Birincisi, Türk dünyası denince, devlet olarak; Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve KKTC’yi anıyoruz. Kısaca Türk Konseyi veya Türk Keneşi denen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, 2009’da kuruldu ve şimdiki halde Türk dünyasının çatı örgütü. Fakat Türkmenistan, yapılan ısrarlı çağrılara rağmen üye olmadı, gözlemci olmayı tercih etti. Macaristan’ın tavrı ise sevindirici.   İkincisi, Türk dünyası; Türkiye’yi KKTC’nin tanınması, Azerbaycan’ı ise Dağlık Karabağ konusunda yeterince desteklemiyor. Bu önemli bir eksiklik. Türkiye’nin de kapsamlı, bütüncül bir Türk dünyası siyaseti yok. İktidar, milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına aldığından, ulus devletle hesaplaşmayı öncelediğinden, Atatürk ve Andımız’la sorunlu olduğundan, Arap birliği ve İslam birliği hayali kurduğundan, Türk dünyasına mesafeli. Muhalefetin ise Türk dünyasına ilişkin bilgisi de yok, öngörüsü de.   Üçüncüsü, Türk dünyası; kendi önemi ve özelliği yanında, Avrasya coğrafyası açısından da önemli. Çünkü Avrasya; jeopolitik, stratejik, ekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgesi. Sert bir mücadele alanı. Emperyalizmin hedefi. Son yıllarda dünya siyasetinin ağırlık merkezi Batı’dan Doğu’ya, Atlantik’ten Avrasya’ya, Pasifik’e kayıyor. Avrasya özelinde de Türk Cumhuriyetleri’nin özel, önemli, özgün bir konumu var.   Dördüncüsü, Türkiye; Avrasya ülkesi olması yanında, Türk devletleri arasında en güçlü, köklü ve büyük devlet. Kafkasya ve Orta Asya’yla, Türkistan coğrafyasıyla, tarihsel, kültürel bağları güçlü. Daha da güçlendirmeli. Ekonomik ve ticari bağları ise zayıf. Türkiye’nin, Türk dünyasını iyi bildiği, tanıdığı söylenemez. Yakından ilgilendiği de yok. Bu konuda çalışan uzmanların ve kurumların sayısı da az.     DİL VE KÜLTÜRÜN ÖNEMİ     Beşincisi, Türk dünyası; özgül ağırlığını artırabilirse, Avrasya’da etkili olmak, ağırlık merkezi oluşturmak için geniş olanaklara kavuşur. Bunun için öncelikle Türk devletlerinin güçlü biçimde birlik oluşturmaları, sürdürülebilir işbirliği modelleri geliştirmeleri, temel konularda ortak tavır almaları şart. Bünyelerinde kalabalık Müslüman ve Türk nüfus barındıran Rusya ve Çin’in; bölgeyle yakından ilgilenen İran’ın; bölgeye yönelik emperyalist projeleri bilinen ABD’nin, Türkiye’ye ve Türk dünyasına ilişkin politikalarını çok da bilmek gerekli. Türkiye; öncülük yapar, inisiyatif alır, güçlü stratejiler geliştirir, kapsamlı ve gerçekçi bir Avrasya siyaseti izlerse, hem Türkiye hem Türk dünyası kazançlı çıkar.  Altıncısı, Türk dünyası kavramı; tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, coğrafi, etnolojik boyutlarıyla çok eski dönemlere uzanıyor. Türklerin ilk alfabesi olarak bilinen, Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan Orhun Kitabeleri’nden başka, yazılı belgeler açısından en azından 1300 yıllık bir tarih söz konusu. Yazılı dönem öncesi hesaba katılırsa, 5 bin yıl geriye götürülür. Türk dünyasında, ortak dil ve alfabe çabaları ise kabaca 150 yıllık geçmişe sahip. Yakutlar; Latin alfabesine geçen ilk Türk toplumu, 1917 - 1933 arasında Latin alfabesini kullanmışlar. Azerbaycan; Bakû’da 1926’da toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’nden sonra, 1929’da Latin alfabesine geçmiş. Türkiye ise 1928’de Harf İnkılabı’yla Latin harflerini benimsedi.  Sonuç olarak Türk dünyası; siyasi açıdan eski olsa da özellikle ve sıklıkla Soğuk Savaş sonrasında kullanılan bir kavram. Soğuk Savaş bittiğinde, SSCB dağıldığında Türkiye; gelişmelere karşı hazırlıksızdı. Aradan 30 yıl geçti. İlk günlerin duygusallığı dağıldı. Gerçekler daha iyi anlaşıldı. Geçen 30 yılda Türk devletleri de birbirlerini daha iyi tanıdılar. Aralarındaki aynılıkları, benzerlikleri, farklılıkları daha net gördüler. O nedenle Türk dünyasına ilişkin stratejilerin akıl ve bilim temelli olması, gerçekçi bir zemine oturması, bölge dengelerini gözetmesi şart. Çünkü büyük sözler söyleyip gereğini yapamamak, mevcut itibar ve saygınlığı da zedeliyor. Barış Doster / Cumhuriyet

Türk Konseyi Devlet Başkanları Zirvesi, üç gün önce, Kazakistan’ın ev sahipliğinde, çevrimiçi ortamda yapıldı. Zirveye asil üyeler Kazakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Özbekistan’la birlikte, gözlemci üyeler Macaristan ve Türkmenistan da katıldı. Zirvede, Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı, Türk Konseyi Onursal Başkanı Nursultan Nazarbayev, dil ve alfabe birliği konusunda sıkça belirttiği düşüncelerini, bir kez daha gündeme getirdi. İnsani, kültürel gelişim yanında, işbirliğini derinleştirmek için de Latin alfabesi kullanmanın önemine değindi. Karşılıklı ticaretin ve yatırımların altını çizdi.  

Bu tür zirveler önemli. İşbirliği ve kurumsallaşma bağlamında değerli. Önemli yaklaşım farklarını görmemizi sağladığı için de öğretici. Konuyu tartışalım.  

Birincisi, Türk dünyası denince, devlet olarak; Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve KKTC’yi anıyoruz. Kısaca Türk Konseyi veya Türk Keneşi denen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, 2009’da kuruldu ve şimdiki halde Türk dünyasının çatı örgütü. Fakat Türkmenistan, yapılan ısrarlı çağrılara rağmen üye olmadı, gözlemci olmayı tercih etti. Macaristan’ın tavrı ise sevindirici.  

İkincisi, Türk dünyası; Türkiye’yi KKTC’nin tanınması, Azerbaycan’ı ise Dağlık Karabağ konusunda yeterince desteklemiyor. Bu önemli bir eksiklik. Türkiye’nin de kapsamlı, bütüncül bir Türk dünyası siyaseti yok. İktidar, milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına aldığından, ulus devletle hesaplaşmayı öncelediğinden, Atatürk ve Andımız’la sorunlu olduğundan, Arap birliği ve İslam birliği hayali kurduğundan, Türk dünyasına mesafeli. Muhalefetin ise Türk dünyasına ilişkin bilgisi de yok, öngörüsü de.  

Üçüncüsü, Türk dünyası; kendi önemi ve özelliği yanında, Avrasya coğrafyası açısından da önemli. Çünkü Avrasya; jeopolitik, stratejik, ekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgesi. Sert bir mücadele alanı. Emperyalizmin hedefi. Son yıllarda dünya siyasetinin ağırlık merkezi Batı’dan Doğu’ya, Atlantik’ten Avrasya’ya, Pasifik’e kayıyor. Avrasya özelinde de Türk Cumhuriyetleri’nin özel, önemli, özgün bir konumu var.  

Dördüncüsü, Türkiye; Avrasya ülkesi olması yanında, Türk devletleri arasında en güçlü, köklü ve büyük devlet. Kafkasya ve Orta Asya’yla, Türkistan coğrafyasıyla, tarihsel, kültürel bağları güçlü. Daha da güçlendirmeli. Ekonomik ve ticari bağları ise zayıf. Türkiye’nin, Türk dünyasını iyi bildiği, tanıdığı söylenemez. Yakından ilgilendiği de yok. Bu konuda çalışan uzmanların ve kurumların sayısı da az.  

 

DİL VE KÜLTÜRÜN ÖNEMİ  

 

Beşincisi, Türk dünyası; özgül ağırlığını artırabilirse, Avrasya’da etkili olmak, ağırlık merkezi oluşturmak için geniş olanaklara kavuşur. Bunun için öncelikle Türk devletlerinin güçlü biçimde birlik oluşturmaları, sürdürülebilir işbirliği modelleri geliştirmeleri, temel konularda ortak tavır almaları şart. Bünyelerinde kalabalık Müslüman ve Türk nüfus barındıran Rusya ve Çin’in; bölgeyle yakından ilgilenen İran’ın; bölgeye yönelik emperyalist projeleri bilinen ABD’nin, Türkiye’ye ve Türk dünyasına ilişkin politikalarını çok da bilmek gerekli. Türkiye; öncülük yapar, inisiyatif alır, güçlü stratejiler geliştirir, kapsamlı ve gerçekçi bir Avrasya siyaseti izlerse, hem Türkiye hem Türk dünyası kazançlı çıkar. 

Altıncısı, Türk dünyası kavramı; tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, coğrafi, etnolojik boyutlarıyla çok eski dönemlere uzanıyor. Türklerin ilk alfabesi olarak bilinen, Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan Orhun Kitabeleri’nden başka, yazılı belgeler açısından en azından 1300 yıllık bir tarih söz konusu. Yazılı dönem öncesi hesaba katılırsa, 5 bin yıl geriye götürülür. Türk dünyasında, ortak dil ve alfabe çabaları ise kabaca 150 yıllık geçmişe sahip. Yakutlar; Latin alfabesine geçen ilk Türk toplumu, 1917 - 1933 arasında Latin alfabesini kullanmışlar. Azerbaycan; Bakû’da 1926’da toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’nden sonra, 1929’da Latin alfabesine geçmiş. Türkiye ise 1928’de Harf İnkılabı’yla Latin harflerini benimsedi. 

Sonuç olarak Türk dünyası; siyasi açıdan eski olsa da özellikle ve sıklıkla Soğuk Savaş sonrasında kullanılan bir kavram. Soğuk Savaş bittiğinde, SSCB dağıldığında Türkiye; gelişmelere karşı hazırlıksızdı. Aradan 30 yıl geçti. İlk günlerin duygusallığı dağıldı. Gerçekler daha iyi anlaşıldı. Geçen 30 yılda Türk devletleri de birbirlerini daha iyi tanıdılar. Aralarındaki aynılıkları, benzerlikleri, farklılıkları daha net gördüler. O nedenle Türk dünyasına ilişkin stratejilerin akıl ve bilim temelli olması, gerçekçi bir zemine oturması, bölge dengelerini gözetmesi şart. Çünkü büyük sözler söyleyip gereğini yapamamak, mevcut itibar ve saygınlığı da zedeliyor.

Barış Doster / Cumhuriyet

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.