Turgut Özal : Mitler ve Gerçekler

SİYASET 21.04.2021 - 12:50, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

Turgut Özal : Mitler ve Gerçekler

Bizde bir laf vardır, ‘ölenin ardından konuşulmaz’ diye, ancak bu söz tarihe mal olmuş kişiler için elbette geçerli değildir. Zira onlar hakkında makaleler, kitaplar yazılır, belgeseller çekilir, kimi över kimi yerer. Ancak övgü de yergi de tarihsel gerçekliklere dayanmalı, yaşanmışlıklarla desteklenmelidir. Bu haftanın eski Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ın ölüm yıldönümü olması hasebiyle Özal dönemi hatırlandı. Ancak gerek hükümet yanlısı medyanın da tereddütsüz, koşulsuz övgü yarışına girmesinde, gerekse sosyal medyaya bir Özal sevgi selinin patlamasında bilhassa Ak Parti’nin kendisini Özal’ın siyaseten varisi saymasının büyük etkisi olmalı. Turgut Özal döneminin; muhafazakâr anlayış devletin zirvesinde, Çankaya’da namaz kılan Cumhurbaşkanı v.s. gibi İslami argüman ve ritüellerle nasıl efsaneleştirildiğini, cumhuriyete meydan okuyan anlayışın adeta zaferi olarak nasıl bayraklaştırıldığını da her yerde okuyoruz. Elbette İslami yaşam güzeldir ve Türkiye gerçeğinde toplum liderlerinde bu vasıf kabul edilir bir haslettir. Ancak ben de şahsen Özal dönemini gençlik yıllarında yaşamış birisi olarak hatırlıyorum da, Özal hayattayken basın, karikatür, televizyon programları gibi araçlarla çok eleştirilir, yerden yere vurulurdu. İslami kimlik toplum zararına işlere, başkaca şeylere kılıf olmamalı, Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de de denildiği gibi insanlar “Allah ile aldatılmalıdır” (Fatr suresi 5. ayet). Elbette her siyasi için geçerli olsa da bilhassa İslami bir kimlikle toplum önüne çıkan hiç bir siyasi kişilik devleti soymak, yolsuzluk v.s. gibi iddialar ile anılmamalı, tartışılmamalıdır. Turgut Özal siyasi hayatı boyunca maalesef bu eleştiri ve iddialar ile savaşmak zorunda kalmış birisidir. Ona keza Anavatan Partisi de Özal’ın vefatı öncesi onca siyasi kriz ve skandallar sonrası siyaseten hızla oy kaybedip artık tamamen bitme sürecine de girmişti. Türkiye 1983-1989 yılları arasında Başbakanlık, 1989-1993 yılları arasında da Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Turgut Özal'ı anınca akla hemen Körfez Savaşı, Anayasayı delmek, yolsuzluk ve özelleştirme konuları gelir. Ha bir de eşi Semra Hanım vesilesiyle papatyalar konusu vardır lakin papatyalar bu yazımızın konusu değildir. Muhafazakâr kimlikle efsaneleştirilen/örtülen Turgut Özal’ı ve onun döneminin en unutulmaz olaylarını tarihsel veriler ışığında kısaca bir hatırlayalım.   Bahis Masasında Kaybetmek; "Bir koyup üç almak" Hayali   Turgut Özal, 1. Körfez Savaşı yılları sırasında "Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız" diyerek siyasi literatüre unutulmaz yeni bir söz eklemişti(!) Özal'ın o dönem, ABD'nin yanında savaşa girildiği takdirde, Musul ve Kerkük'ün Türkiye topraklarına katılabileceğini düşündüğü belirtilmiş, ülkede Musul ve Kerkük’ün her an Türkiye’ye katılacağı beklentileri dahi oluşmuştu. Özal'ın güçlü bir Amerikancı olduğu iddiaları körfez savaşı sırasındaki tutumu ile netlik kazanmıştı. Yıllar sonra 2003 yılında, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, Wall Street Journal Gazetesinde yayınlanan bir yazısında, "Bir demokrat olan Turgut Özal, halkının, Körfez Savaşından uzak durma tercihine rağmen, Amerika’yı destekledi" diyerek, Irak'ın işgalinde ABD'ye destek vermeleri için Türk politikacılara Özal'ı överek örnek göstermişti. Ancak savaş sonunda bir koyup üç almak yerine daha çok vermek zorunda kalan Türkiye körfez savaşına girmediği halde ekonomik ve sosyal olarak en çok zararını çeken ülkelerden birisi olmuş, milletçe yaşanan ekonomik sıkıntılara Amerika’dan bir destek de alamamıştık. Özal, onca desteğe rağmen Amerika tarafından yüzüstü bırakıldığına ilişkin yoğun eleştirilere maruz kalmıştı. Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyinde oluşan boşluk, Amerika’nın buraya yerleşmesi ve destekleri ile PKK’yı güçlendirip Türkiye’nin başına bela etmesi Özal döneminin yanlış politik hamlelerinin en zararlı sonuçlarıydı. PKK Özal döneminin Ortadoğu politikalarının hataları sonucu güçlenmiş, Türkiye’nin de desteği ile Ortadoğu’ya yerleşen Amerika, Irak ve Suriye’de bugünlerde yaşanan yıkımların temellerini atmıştı.   Hukuku Yok Saymak;"Anayasayı bir kez delmekten bir şey çıkmaz"   Turgut Özal, yine 1. Körfez Savaşı döneminde, Meclis onayı almadan ABD'ye hava sahasının açılmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu söyleyenlere, "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" demiş ve Özal'ın bu sözü ve yine aynı söze uygun başkaca politikaları, daha sonra hükümetlerin de benzer icraatları ile hukuka aykırı pek çok işlem gerçekleştirmelerinin önünü açmıştı. Özal hükümetleri ile başlamak üzere, Anayasa'ya ve yasalara aykırı işlemler en fazla özelleştirme uygulamaları sırasında gerçekleştirilmişti. O dönemde, Anayasa'da atıf yapılmayan özelleştirmeler için ilk yasal düzenleme 1. Özal Hükümeti tarafından 1984 yılında yapıldı ve 1985 yılında bazı kamu işletmeleri ve varlıkları özelleştirme kapsamına alındı. 1986 yılında ise ilk özelleştirme işlemlerine başlanmıştı ve Turgut Özal, liberal ekonomi anlayışına uygun olarak, devletin ekonomideki rolünü özel sektöre kaynak aktarma işlevi üzerinden yürütmüş ve bu nedenle yalnızca KİT'lerin satışını değil, devletin ekonomiden bütünüyle elini çekmesi gerektiğini söyleyip "köprüleri bile satacağım" açıklaması yaparken, sanayide teşvik ve vergi politikalarıyla yeni zenginler yaratmıştı. Yine Özal'ın "Demiryolları Moskof işidir" sözü ise devlet yatırımlarına olan yaklaşımını özetliyor, otomobil ve petrol devlerinin emellerine teslim oluyordu.   Siyasette Haksız Kazanç Yolları; “Yolsuzluk ve Hayali İhracat”   1980'li yıllarla birlikte Türkiye'de yolsuzlukların hem sayısı hem de çapında artış yaşandı. Özal döneminin basınını ve arşivlerini taramak demek her gün yeni bir yolsuzluk ve rant krizi ile ülkenin nasıl çalkalandığını okumak demektir. Bu yıllarda ekonominin neo-liberal politikalar doğrultusunda dönüşümünde Başbakan olarak imzası bulunan Turgut Özal'ın ise ismi yolsuzluklarla çok daha önceden anılıyordu. Turgut Özal'ın askerliğinden hemen sonra çalışmaya başladığı Devlet Planlama Teşkilatı'ndaki (DPT) görevi sırasında adı yolsuzluğa karışmış ve o dönemde, DPT içerisinde Özal ve ekibi, "Takunyalılar" olarak anılmaktaydı. İhsan Doğramacı'dan sonra YÖK Başkanlığı'na atanan, daha sonraki görevleri arasında Kamu Etik Kurulu Başkanlığı da olan Mehmet Sağlam, bu görevi sırasında yolsuzlukların 1980 sonrası arttığını kabul ediyor ancak Özal'ı aklamaya çalışıyordu. İşte itiraf gibi bir beyan: "Tabii ki, (yolsuzluklar) 1980 sonrası arttı derken Özal’la birlikte arttı demek istemiyorum. Özal vizyon sahibi bir adamdı. Bilinen kuralları yıkan, statükoyu yıkan bir adamdı. Türk parasını koruma kanununu kaldırdı, ihracatta büyük hamleler yaptı. 2.5 milyar dolar olan ihracat O’nun döneminde 16 milyar dolara çıktı. Tabii bu dönemde hayali ihracat da öğrenildi, gün ışığına çıktı. İş yapıldığı için yolsuzluklar göze battı ama kişisel görüşüm Özal, son derece ahlaklı bir insandı."   Mehmet Sağlam'ın bu sözleri, Özal'ın Başbakanlık döneminde ekonomide kurulan en büyük hortuma işaret ediyordu aslında. Özal döneminde dışa açılan Türkiye ekonomisinde, "hayali ihracat" sermayeye devlet tarafından büyük bir kaynağın aktarılması anlamına geldi. 1980'li yılların ikinci yarısında Türkiye'nin yaptığı ihracatın üçte ikisinin hayali olduğunu bizzat TBMM Araştırma Komisyonları Raporları tespit etmişti. 1983-1991 yıllarında 256 ayrı şirketin ismi hayali ihracata karıştı. Turgut Özal, bu dönemde "hayali ihracat" mekanizmasını sağlama almak için devletin ilgili kurumlarına güvendiği isimleri atamıştı. 1984 yılında DPT Müsteşarlığı'na küçük kardeşi Yusuf Bozkurt Özal'ı getirdi. Yani yabancı olmadığımız yakın akrabaları kilit noktalara yerleştirme politikası(!)   Devlette Rüşvete Meşruiyet; “Benim Memurum İşini Bilir”   Özal’ın "Benim memurum işini bilir" sözü de, Osmanlının son döneminden beri devleti sarsan ne temel sorunlardan olan devlet görevlilerinin yolsuzlukları ve rüşvetleri meselesini tehlikeli bir şekilde adeta teşvik ediyordu. Diğer yandan, yolsuzluk suçlarına affı ilk gündemine alan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmuştu. Özal'ın onayladığı 3713 sayılı Şartlı Tahliye Yasası ile yolsuzluk yapanlar için 'Öde kurtul' sistemi öngörülmüştü. Özal'ın açtığı bu yoldan giden sonraki hükümetler de, yolsuzluk suçları ile ilgili benzer sayısız düzenlemeye imza atmışlardı.   Yabancı Sermayeye Teslimiyet   Turgut Özal dönemi aynı zamanda esasında Menderes sonrası Türkiye’nin 2. en büyük Amerikan hegemonyasına teslim oluş dönemidir. Türk ekonomisi Amerika'ya teslim olmuş emperyalizmin pazarı haline gelen Türkiye adeta Amerikan mandasına girmiş, ayrılıkçı hareketlerin de önü açılmıştır. Ancak Özal'ın seccadeli Müslüman siyasetçi imaj ve kimliği ön plana çıkarılarak pek çok yanlışı maalesef gölgelenmiştir. Yani Türkiye'de yaşanan her zamanki hikâye. Türkiye pazarı başta Amerika olmak üzere dış sermaye üretimlere ardına kadar açılmış ve böylece yerli üreticinin ipi çekilmişti. Piyasa ve vitrinlerdeki canlanma ve renklenme Türkiye’nin gelişmesi olarak algılanmış ama geri planda ekonominin dizginlerinin tamamen yabancı sermayeye teslim edilişi görülmek istenmemiştir. Kentleşme ve sanayileşme adı altında köyden kente göç teşvik edilerek köyler ve böylece tarım bitirilerek Amerika’nın bir arzusu daha yerine getirilmişti. Ancak sanayileşmenin başarılamaması ile köyden kente göçtürülen üretken köylümüz şehirlerde işsiz kalmış bugünkü kent sorunlarının, kenar mahalle denilen varoş oluşumların da temelleri atılarak ülke ekonomisine ve sosyo-kültürel yapısına büyük zararlar verilmişti.  Bu yapı artık merkez sağın seçimlerde yardım dağıtarak oy devşirdiği kabullenilmiş bir sosyal oluşum olarak toplumda varlığını devam ettirmektedir.   Halk tüm bunlara kayıtsız kalmamış, her seçimde desteğini daha da çekerek Özal’ı bir bitiş ve tükeniş sürecine sokmuştu. Ancak Özal siyaseten bitiş aşamasında son kozunu oynayarak kendini Cumhurbaşkanı seçtirerek kaçınılmaz siyasi sonunu geciktirmişti. Lakin beklenen siyasi bitişi suikast iddialı tartışmalı vefatıyla neticeye varamayacaktı. Ama bugünlerde, varisi olduğunu iddia eden Ak Partinin yoğun propaganda ve yandaş medyanın da gazı ile her yerde Özal için Özal’ı ve dönemini yeterince bilmeden, tanımadan methiye yarışına giren milyonları ibretle izliyoruz. 2002 yılından beri iktidarda olan, yürütme erkinin sahibi iken zamanla yasama ve yargı erkleri üzerinde de hâkimiyet sağladığı iddia edilen, nihayetinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesiyle tüm erkleri adeta tek elde merkezileştirmeyi başaran ama velâkin esasında ve özünde demokrasi anlayışından uzaklaşma eleştirilerine de muhalefet tarafından yoğun şekilde maruz kalmaktan hiçbir zaman kurtulamayan, Özal’ın ardılı olduğu iddiasındaki Ak Parti iktidarında da artık kendisini daha çok belli etmeye başlayan Özal dönemi ile benzer bir tükenmişlik sendromunu açıkça gözlemlemek mümkün. Bu durumu kendisi de kabul eden ancak bu durumunu “metal yorgunluğu” olarak tanımlayarak kadrolarında sürekli değişiklikler, gençleştirmeler yapma yoluna giderek gidermeye çalışan Ak Parti’de 2002’den beri metal yorgunluğu yaşamayan, hiç değişmeyen tek isim sonuna kadar görevde kalmakta kararlı gözükmektedir.   “Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk oluyor.” Can Yücel   Av. Bülent DEMİRBAŞ 

Bizde bir laf vardır, ‘ölenin ardından konuşulmaz’ diye, ancak bu söz tarihe mal olmuş kişiler için elbette geçerli değildir. Zira onlar hakkında makaleler, kitaplar yazılır, belgeseller çekilir, kimi över kimi yerer. Ancak övgü de yergi de tarihsel gerçekliklere dayanmalı, yaşanmışlıklarla desteklenmelidir. Bu haftanın eski Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ın ölüm yıldönümü olması hasebiyle Özal dönemi hatırlandı. Ancak gerek hükümet yanlısı medyanın da tereddütsüz, koşulsuz övgü yarışına girmesinde, gerekse sosyal medyaya bir Özal sevgi selinin patlamasında bilhassa Ak Parti’nin kendisini Özal’ın siyaseten varisi saymasının büyük etkisi olmalı. Turgut Özal döneminin; muhafazakâr anlayış devletin zirvesinde, Çankaya’da namaz kılan Cumhurbaşkanı v.s. gibi İslami argüman ve ritüellerle nasıl efsaneleştirildiğini, cumhuriyete meydan okuyan anlayışın adeta zaferi olarak nasıl bayraklaştırıldığını da her yerde okuyoruz. Elbette İslami yaşam güzeldir ve Türkiye gerçeğinde toplum liderlerinde bu vasıf kabul edilir bir haslettir. Ancak ben de şahsen Özal dönemini gençlik yıllarında yaşamış birisi olarak hatırlıyorum da, Özal hayattayken basın, karikatür, televizyon programları gibi araçlarla çok eleştirilir, yerden yere vurulurdu. İslami kimlik toplum zararına işlere, başkaca şeylere kılıf olmamalı, Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de de denildiği gibi insanlar “Allah ile aldatılmalıdır” (Fatr suresi 5. ayet). Elbette her siyasi için geçerli olsa da bilhassa İslami bir kimlikle toplum önüne çıkan hiç bir siyasi kişilik devleti soymak, yolsuzluk v.s. gibi iddialar ile anılmamalı, tartışılmamalıdır. Turgut Özal siyasi hayatı boyunca maalesef bu eleştiri ve iddialar ile savaşmak zorunda kalmış birisidir. Ona keza Anavatan Partisi de Özal’ın vefatı öncesi onca siyasi kriz ve skandallar sonrası siyaseten hızla oy kaybedip artık tamamen bitme sürecine de girmişti. Türkiye 1983-1989 yılları arasında Başbakanlık, 1989-1993 yılları arasında da Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Turgut Özal'ı anınca akla hemen Körfez Savaşı, Anayasayı delmek, yolsuzluk ve özelleştirme konuları gelir. Ha bir de eşi Semra Hanım vesilesiyle papatyalar konusu vardır lakin papatyalar bu yazımızın konusu değildir. Muhafazakâr kimlikle efsaneleştirilen/örtülen Turgut Özal’ı ve onun döneminin en unutulmaz olaylarını tarihsel veriler ışığında kısaca bir hatırlayalım.

 

Bahis Masasında Kaybetmek; "Bir koyup üç almak" Hayali

 

Turgut Özal, 1. Körfez Savaşı yılları sırasında "Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız" diyerek siyasi literatüre unutulmaz yeni bir söz eklemişti(!) Özal'ın o dönem, ABD'nin yanında savaşa girildiği takdirde, Musul ve Kerkük'ün Türkiye topraklarına katılabileceğini düşündüğü belirtilmiş, ülkede Musul ve Kerkük’ün her an Türkiye’ye katılacağı beklentileri dahi oluşmuştu. Özal'ın güçlü bir Amerikancı olduğu iddiaları körfez savaşı sırasındaki tutumu ile netlik kazanmıştı. Yıllar sonra 2003 yılında, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, Wall Street Journal Gazetesinde yayınlanan bir yazısında, "Bir demokrat olan Turgut Özal, halkının, Körfez Savaşından uzak durma tercihine rağmen, Amerika’yı destekledi" diyerek, Irak'ın işgalinde ABD'ye destek vermeleri için Türk politikacılara Özal'ı överek örnek göstermişti. Ancak savaş sonunda bir koyup üç almak yerine daha çok vermek zorunda kalan Türkiye körfez savaşına girmediği halde ekonomik ve sosyal olarak en çok zararını çeken ülkelerden birisi olmuş, milletçe yaşanan ekonomik sıkıntılara Amerika’dan bir destek de alamamıştık. Özal, onca desteğe rağmen Amerika tarafından yüzüstü bırakıldığına ilişkin yoğun eleştirilere maruz kalmıştı. Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyinde oluşan boşluk, Amerika’nın buraya yerleşmesi ve destekleri ile PKK’yı güçlendirip Türkiye’nin başına bela etmesi Özal döneminin yanlış politik hamlelerinin en zararlı sonuçlarıydı. PKK Özal döneminin Ortadoğu politikalarının hataları sonucu güçlenmiş, Türkiye’nin de desteği ile Ortadoğu’ya yerleşen Amerika, Irak ve Suriye’de bugünlerde yaşanan yıkımların temellerini atmıştı.

 

Hukuku Yok Saymak;"Anayasayı bir kez delmekten bir şey çıkmaz"

 

Turgut Özal, yine 1. Körfez Savaşı döneminde, Meclis onayı almadan ABD'ye hava sahasının açılmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu söyleyenlere, "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" demiş ve Özal'ın bu sözü ve yine aynı söze uygun başkaca politikaları, daha sonra hükümetlerin de benzer icraatları ile hukuka aykırı pek çok işlem gerçekleştirmelerinin önünü açmıştı. Özal hükümetleri ile başlamak üzere, Anayasa'ya ve yasalara aykırı işlemler en fazla özelleştirme uygulamaları sırasında gerçekleştirilmişti. O dönemde, Anayasa'da atıf yapılmayan özelleştirmeler için ilk yasal düzenleme 1. Özal Hükümeti tarafından 1984 yılında yapıldı ve 1985 yılında bazı kamu işletmeleri ve varlıkları özelleştirme kapsamına alındı. 1986 yılında ise ilk özelleştirme işlemlerine başlanmıştı ve Turgut Özal, liberal ekonomi anlayışına uygun olarak, devletin ekonomideki rolünü özel sektöre kaynak aktarma işlevi üzerinden yürütmüş ve bu nedenle yalnızca KİT'lerin satışını değil, devletin ekonomiden bütünüyle elini çekmesi gerektiğini söyleyip "köprüleri bile satacağım" açıklaması yaparken, sanayide teşvik ve vergi politikalarıyla yeni zenginler yaratmıştı. Yine Özal'ın "Demiryolları Moskof işidir" sözü ise devlet yatırımlarına olan yaklaşımını özetliyor, otomobil ve petrol devlerinin emellerine teslim oluyordu.

 

Siyasette Haksız Kazanç Yolları; “Yolsuzluk ve Hayali İhracat”

 

1980'li yıllarla birlikte Türkiye'de yolsuzlukların hem sayısı hem de çapında artış yaşandı. Özal döneminin basınını ve arşivlerini taramak demek her gün yeni bir yolsuzluk ve rant krizi ile ülkenin nasıl çalkalandığını okumak demektir. Bu yıllarda ekonominin neo-liberal politikalar doğrultusunda dönüşümünde Başbakan olarak imzası bulunan Turgut Özal'ın ise ismi yolsuzluklarla çok daha önceden anılıyordu. Turgut Özal'ın askerliğinden hemen sonra çalışmaya başladığı Devlet Planlama Teşkilatı'ndaki (DPT) görevi sırasında adı yolsuzluğa karışmış ve o dönemde, DPT içerisinde Özal ve ekibi, "Takunyalılar" olarak anılmaktaydı. İhsan Doğramacı'dan sonra YÖK Başkanlığı'na atanan, daha sonraki görevleri arasında Kamu Etik Kurulu Başkanlığı da olan Mehmet Sağlam, bu görevi sırasında yolsuzlukların 1980 sonrası arttığını kabul ediyor ancak Özal'ı aklamaya çalışıyordu. İşte itiraf gibi bir beyan:

"Tabii ki, (yolsuzluklar) 1980 sonrası arttı derken Özal’la birlikte arttı demek istemiyorum. Özal vizyon sahibi bir adamdı. Bilinen kuralları yıkan, statükoyu yıkan bir adamdı. Türk parasını koruma kanununu kaldırdı, ihracatta büyük hamleler yaptı. 2.5 milyar dolar olan ihracat O’nun döneminde 16 milyar dolara çıktı. Tabii bu dönemde hayali ihracat da öğrenildi, gün ışığına çıktı. İş yapıldığı için yolsuzluklar göze battı ama kişisel görüşüm Özal, son derece ahlaklı bir insandı."

 

Mehmet Sağlam'ın bu sözleri, Özal'ın Başbakanlık döneminde ekonomide kurulan en büyük hortuma işaret ediyordu aslında. Özal döneminde dışa açılan Türkiye ekonomisinde, "hayali ihracat" sermayeye devlet tarafından büyük bir kaynağın aktarılması anlamına geldi. 1980'li yılların ikinci yarısında Türkiye'nin yaptığı ihracatın üçte ikisinin hayali olduğunu bizzat TBMM Araştırma Komisyonları Raporları tespit etmişti. 1983-1991 yıllarında 256 ayrı şirketin ismi hayali ihracata karıştı. Turgut Özal, bu dönemde "hayali ihracat" mekanizmasını sağlama almak için devletin ilgili kurumlarına güvendiği isimleri atamıştı. 1984 yılında DPT Müsteşarlığı'na küçük kardeşi Yusuf Bozkurt Özal'ı getirdi. Yani yabancı olmadığımız yakın akrabaları kilit noktalara yerleştirme politikası(!)

 

Devlette Rüşvete Meşruiyet; “Benim Memurum İşini Bilir”

 

Özal’ın "Benim memurum işini bilir" sözü de, Osmanlının son döneminden beri devleti sarsan ne temel sorunlardan olan devlet görevlilerinin yolsuzlukları ve rüşvetleri meselesini tehlikeli bir şekilde adeta teşvik ediyordu. Diğer yandan, yolsuzluk suçlarına affı ilk gündemine alan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmuştu. Özal'ın onayladığı 3713 sayılı Şartlı Tahliye Yasası ile yolsuzluk yapanlar için 'Öde kurtul' sistemi öngörülmüştü. Özal'ın açtığı bu yoldan giden sonraki hükümetler de, yolsuzluk suçları ile ilgili benzer sayısız düzenlemeye imza atmışlardı.

 

Yabancı Sermayeye Teslimiyet

 

Turgut Özal dönemi aynı zamanda esasında Menderes sonrası Türkiye’nin 2. en büyük Amerikan hegemonyasına teslim oluş dönemidir. Türk ekonomisi Amerika'ya teslim olmuş emperyalizmin pazarı haline gelen Türkiye adeta Amerikan mandasına girmiş, ayrılıkçı hareketlerin de önü açılmıştır. Ancak Özal'ın seccadeli Müslüman siyasetçi imaj ve kimliği ön plana çıkarılarak pek çok yanlışı maalesef gölgelenmiştir. Yani Türkiye'de yaşanan her zamanki hikâye. Türkiye pazarı başta Amerika olmak üzere dış sermaye üretimlere ardına kadar açılmış ve böylece yerli üreticinin ipi çekilmişti. Piyasa ve vitrinlerdeki canlanma ve renklenme Türkiye’nin gelişmesi olarak algılanmış ama geri planda ekonominin dizginlerinin tamamen yabancı sermayeye teslim edilişi görülmek istenmemiştir. Kentleşme ve sanayileşme adı altında köyden kente göç teşvik edilerek köyler ve böylece tarım bitirilerek Amerika’nın bir arzusu daha yerine getirilmişti. Ancak sanayileşmenin başarılamaması ile köyden kente göçtürülen üretken köylümüz şehirlerde işsiz kalmış bugünkü kent sorunlarının, kenar mahalle denilen varoş oluşumların da temelleri atılarak ülke ekonomisine ve sosyo-kültürel yapısına büyük zararlar verilmişti.  Bu yapı artık merkez sağın seçimlerde yardım dağıtarak oy devşirdiği kabullenilmiş bir sosyal oluşum olarak toplumda varlığını devam ettirmektedir.

 

Halk tüm bunlara kayıtsız kalmamış, her seçimde desteğini daha da çekerek Özal’ı bir bitiş ve tükeniş sürecine sokmuştu. Ancak Özal siyaseten bitiş aşamasında son kozunu oynayarak kendini Cumhurbaşkanı seçtirerek kaçınılmaz siyasi sonunu geciktirmişti. Lakin beklenen siyasi bitişi suikast iddialı tartışmalı vefatıyla neticeye varamayacaktı. Ama bugünlerde, varisi olduğunu iddia eden Ak Partinin yoğun propaganda ve yandaş medyanın da gazı ile her yerde Özal için Özal’ı ve dönemini yeterince bilmeden, tanımadan methiye yarışına giren milyonları ibretle izliyoruz. 2002 yılından beri iktidarda olan, yürütme erkinin sahibi iken zamanla yasama ve yargı erkleri üzerinde de hâkimiyet sağladığı iddia edilen, nihayetinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesiyle tüm erkleri adeta tek elde merkezileştirmeyi başaran ama velâkin esasında ve özünde demokrasi anlayışından uzaklaşma eleştirilerine de muhalefet tarafından yoğun şekilde maruz kalmaktan hiçbir zaman kurtulamayan, Özal’ın ardılı olduğu iddiasındaki Ak Parti iktidarında da artık kendisini daha çok belli etmeye başlayan Özal dönemi ile benzer bir tükenmişlik sendromunu açıkça gözlemlemek mümkün. Bu durumu kendisi de kabul eden ancak bu durumunu “metal yorgunluğu” olarak tanımlayarak kadrolarında sürekli değişiklikler, gençleştirmeler yapma yoluna giderek gidermeye çalışan Ak Parti’de 2002’den beri metal yorgunluğu yaşamayan, hiç değişmeyen tek isim sonuna kadar görevde kalmakta kararlı gözükmektedir.

 

“Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk oluyor.”

Can Yücel

  Av. Bülent DEMİRBAŞ 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.