Ramazan'da Yalan Söylemek Sevap mı ?

DİĞER 23.06.2016 - 12:36, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

Ramazan'da Yalan Söylemek Sevap mı ?

  YALAN SÖYLEMEK RAMAZANDA SEVAP MI?       Yanımızda, elimizde, dilimizde, cebimizde hiç eksik etmediğimiz; bizimle kaynaşıp-bütünleşmiş, bizimle özdeşleşip, bizimle hemhal olmuş ‘altından da kıymetli’ bir hazineden(!) söz etmek istiyorum: Yalan! Çoğu kez yol arkadaşımız, sırdaşımız, can simidimiz, tek dayanağımız, kurtarıcımız, kurtuluşumuz, umudumuz, güvencemiz, aşkımız, sevgimiz, sevdamız, şartımız, şarkımız-türkümüz olur. Hatta ‘haşâ ve kellâ’ en büyük de odur… ‘Yaşam Kültürümüzdeki baştacımız’: Yalan! ‘Yalan’ konusunda aklıma gelenleri şöyle bir sıraladım da ‘jet hızıyla’ ne yalanlar geldi-neler geçti şu yıllanmış ve yaşlanmış kel kafamın içinden… Bizim Köylü Kadıoğlu: “Aşağı Mahallede bir yalan söyledim, Yukarı Mahalleye geldim.  Kendi yalanıma kendim de inandım” derken fantezi yapmıyormuş; inanın, bu yalan değil… ‘Yalan’dan kim ölmüş deyip, hem de bazen öyle bir desteksiz atıyoruz ki kâinatı bilmem kaç şiddetindeki depremden de daha fevkalâde sarstığımızın farkında bile olamıyoruz.  Hani ‘Maya Takvimi’ne göre 2012’nin Aralık ayında kıyamet kopacaktı. Koptu mu? Bu işin sözde uzmanları yalanı ‘sarı-kırmızı-pembe-beyaz ve sair’ renklerle masum ve mazûr gösteredursunlar; yalan hemen her zamanda ve her zeminde ‘mûzır’dır. Çünkü “yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar!”mış.  Sorun çözülüp, somut sonuca ulaşıldığında; ‘hakikat’ gün ışığı gibi ortaya çıkıp, içinde yaşadığımız medenî âlemde -nev-î şahsına münhasır- görüntüsüyle şöyle endamlı-endamlı çıplak gezerken; ‘hakikatin’ çepeçevre kuşattığı güzîde güneş karşısında ‘yalan’ buram-buram terleyip erir. Bazen ‘bomba’ olur elimizde patlar. Bazen ‘balyoz’ olur, alnımızın şakında çakar. Bazen ‘zehir’ olur, tüm hayatımızı mahveder. Bazen ‘minare’ boyunda, bazen ‘gökdelen’ kadar yükselip devrilir, altında kalanlara ‘kıyamet’ azabı yaşatır. Ama ne hikmetse ‘meyvesi acı, kendisi yine de tatlıdır’ yalanın… Vay be! Ne kadar marifetli, ne kadar maharetli ve ne kadar ‘mübârek!’miş şu bizim yalan… Yalandan kim ölmüş! At, fırlat gitsin… Bari ‘memleketin gözü bir fırlama’ görsün, deriz gırgır olması için. Demişiz de, bir türkü tutturmuşuz bile: “Aslı yok yaylasında bin koyunum var benim”. Bu da bir şey mi? “O yalan, bu yalan; fili yuttu bir yılan, bu da mı yalan?” Zeki Müren söylüyor ‘Sahibinin Sesi’ eski plakta:// “Unuttum” dese dilim;/ Yalaaan/ Yalaaaaan/ Billâhî yalan/ Vallahî yalan// Politika(Siyaset) yalanla, hem de çok büyük yalanla yapılıyor; seçimler yalanla kazanılıyor. Ticaret yalansız olmaz zannediliyor; ayıplı, kusurlu, hileli mallar yalan yere yapılan yeminlerle satılıyor. En ciddî akademik teoriler, tezler, tartışmalar, atışmalar bile yalan üzerine kurulu verilerle basit ve bayağı çıkarlar uğruna ters yüz edilerek kamuoyunun gündemine getiriliyor.       Sadede gelelim: İtikadımızca üç yerde yalan söylenilmesinde sakınca yokmuş: 1. Harpte, düşmana esir düşüldüğünde.  2. Birbirlerine hasım iki dargın komşuyu barıştırmak için. 3. Birden fazla evli olan erkeğin, rızasını sağlamak ve gönüllerini hoş tutmak için hanımlarına karşı.(Nasrettin Hoca’nın “mavi boncuğum kimdeyse onu daha çok seviyorum” dediği gibi) Burada parentez açıp bir ekleme yapalım:  İslâm âlimleri (gûyâ) buna bir dördüncüyü ilâve etmişler: Söylenildiğinde  “Kimse mağdur olmuyorsa” o da ‘yalan’ sayılmazmış. Örnek: Fakir birisinin evine misafir olan karnı acıkmış zengin bir adamın “tokum” diyerek yalan söylemesi; ortaya çıkaracak bir şeyi olmayan fakirin de yemek yedirmek için ısrar ederek ‘yalan’ söylemesi gibi… Sözün Özü: Başkalarına ‘iştah-ı afiyetle’ abartarak kasıla-kasıla söylediğimiz, ancak kendimize karşı silah olarak çekildiğinde yüksek sesle ‘yalan söylemek yasaklanmalı’ dercesine ‘isyan’ ettiğimiz, söyleyenden de nefret ettiğimiz; hem bu dünyada, hem de rûz-î mahşerde bile ‘yalancıları’ affetmeyi düşünmediğimiz, yalan mı?       “Öğünmek gibi olmasın,  ama ‘şu yalancı dünyada’ meğer ben de sahiden ne kadar yalancı imişim, biliyor musunuz?  Bu özelliğimin farkına yeni vardım” dediğimiz anda;  inanın bu tevazûmuz, dürüstlüğümüzün tanığı olacak ve bizleri mütevazîleştirecektir, eminim. Yalan kurgular üzerine düzenlediğimiz yaşantımızda; Allah’ım taksiratımızı Ramazan ayı hürmetine umarım ve dilerim affeder. Hoşça kalınız. Duran ERDOĞAN Kırşehir Anekdotları Yazarı E.posta: [email protected] (Web)http://www.duranerdogan.com    

 

YALAN SÖYLEMEK RAMAZANDA SEVAP MI?

      Yanımızda, elimizde, dilimizde, cebimizde hiç eksik etmediğimiz; bizimle kaynaşıp-bütünleşmiş, bizimle özdeşleşip, bizimle hemhal olmuş ‘altından da kıymetli’ bir hazineden(!) söz etmek istiyorum: Yalan! Çoğu kez yol arkadaşımız, sırdaşımız, can simidimiz, tek dayanağımız, kurtarıcımız, kurtuluşumuz, umudumuz, güvencemiz, aşkımız, sevgimiz, sevdamız, şartımız, şarkımız-türkümüz olur. Hatta ‘haşâ ve kellâ’ en büyük de odur… ‘Yaşam Kültürümüzdeki baştacımız’: Yalan! ‘Yalan’ konusunda aklıma gelenleri şöyle bir sıraladım da ‘jet hızıyla’ ne yalanlar geldi-neler geçti şu yıllanmış ve yaşlanmış kel kafamın içinden… Bizim Köylü Kadıoğlu: “Aşağı Mahallede bir yalan söyledim, Yukarı Mahalleye geldim.  Kendi yalanıma kendim de inandım” derken fantezi yapmıyormuş; inanın, bu yalan değil… ‘Yalan’dan kim ölmüş deyip, hem de bazen öyle bir desteksiz atıyoruz ki kâinatı bilmem kaç şiddetindeki depremden de daha fevkalâde sarstığımızın farkında bile olamıyoruz.  Hani ‘Maya Takvimi’ne göre 2012’nin Aralık ayında kıyamet kopacaktı. Koptu mu? Bu işin sözde uzmanları yalanı ‘sarı-kırmızı-pembe-beyaz ve sair’ renklerle masum ve mazûr gösteredursunlar; yalan hemen her zamanda ve her zeminde ‘mûzır’dır. Çünkü “yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar!”mış.  Sorun çözülüp, somut sonuca ulaşıldığında; ‘hakikat’ gün ışığı gibi ortaya çıkıp, içinde yaşadığımız medenî âlemde -nev-î şahsına münhasır- görüntüsüyle şöyle endamlı-endamlı çıplak gezerken; ‘hakikatin’ çepeçevre kuşattığı güzîde güneş karşısında ‘yalan’ buram-buram terleyip erir. Bazen ‘bomba’ olur elimizde patlar. Bazen ‘balyoz’ olur, alnımızın şakında çakar. Bazen ‘zehir’ olur, tüm hayatımızı mahveder. Bazen ‘minare’ boyunda, bazen ‘gökdelen’ kadar yükselip devrilir, altında kalanlara ‘kıyamet’ azabı yaşatır. Ama ne hikmetse ‘meyvesi acı, kendisi yine de tatlıdır’ yalanın… Vay be! Ne kadar marifetli, ne kadar maharetli ve ne kadar ‘mübârek!’miş şu bizim yalan… Yalandan kim ölmüş! At, fırlat gitsin… Bari ‘memleketin gözü bir fırlama’ görsün, deriz gırgır olması için. Demişiz de, bir türkü tutturmuşuz bile: “Aslı yok yaylasında bin koyunum var benim”. Bu da bir şey mi? “O yalan, bu yalan; fili yuttu bir yılan, bu da mı yalan?” Zeki Müren söylüyor ‘Sahibinin Sesi’ eski plakta:// “Unuttum” dese dilim;/ Yalaaan/ Yalaaaaan/ Billâhî yalan/ Vallahî yalan// Politika(Siyaset) yalanla, hem de çok büyük yalanla yapılıyor; seçimler yalanla kazanılıyor. Ticaret yalansız olmaz zannediliyor; ayıplı, kusurlu, hileli mallar yalan yere yapılan yeminlerle satılıyor. En ciddî akademik teoriler, tezler, tartışmalar, atışmalar bile yalan üzerine kurulu verilerle basit ve bayağı çıkarlar uğruna ters yüz edilerek kamuoyunun gündemine getiriliyor.       Sadede gelelim: İtikadımızca üç yerde yalan söylenilmesinde sakınca yokmuş: 1. Harpte, düşmana esir düşüldüğünde.  2. Birbirlerine hasım iki dargın komşuyu barıştırmak için. 3. Birden fazla evli olan erkeğin, rızasını sağlamak ve gönüllerini hoş tutmak için hanımlarına karşı.(Nasrettin Hoca’nın “mavi boncuğum kimdeyse onu daha çok seviyorum” dediği gibi) Burada parentez açıp bir ekleme yapalım:  İslâm âlimleri (gûyâ) buna bir dördüncüyü ilâve etmişler: Söylenildiğinde  “Kimse mağdur olmuyorsa” o da ‘yalan’ sayılmazmış. Örnek: Fakir birisinin evine misafir olan karnı acıkmış zengin bir adamın “tokum” diyerek yalan söylemesi; ortaya çıkaracak bir şeyi olmayan fakirin de yemek yedirmek için ısrar ederek ‘yalan’ söylemesi gibi… Sözün Özü: Başkalarına ‘iştah-ı afiyetle’ abartarak kasıla-kasıla söylediğimiz, ancak kendimize karşı silah olarak çekildiğinde yüksek sesle ‘yalan söylemek yasaklanmalı’ dercesine ‘isyan’ ettiğimiz, söyleyenden de nefret ettiğimiz; hem bu dünyada, hem de rûz-î mahşerde bile ‘yalancıları’ affetmeyi düşünmediğimiz, yalan mı?       “Öğünmek gibi olmasın,  ama ‘şu yalancı dünyada’ meğer ben de sahiden ne kadar yalancı imişim, biliyor musunuz?  Bu özelliğimin farkına yeni vardım” dediğimiz anda;  inanın bu tevazûmuz, dürüstlüğümüzün tanığı olacak ve bizleri mütevazîleştirecektir, eminim. Yalan kurgular üzerine düzenlediğimiz yaşantımızda; Allah’ım taksiratımızı Ramazan ayı hürmetine umarım ve dilerim affeder. Hoşça kalınız. Duran ERDOĞAN Kırşehir Anekdotları Yazarı E.posta: [email protected] (Web)http://www.duranerdogan.com    

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.