Kültürel Mirasımız Bir Fincan Kahve
Kültürel Mirasımız Bir Fincan Kahve
Tamam Macchiato’ya, White Chocolate Mocha’ya, Espresso’ya saygımız sonsuz; ama canımız, kıymetlimiz Türk kahvesinin de kültürümüzde yeri ayrı olduğu kadar, tadı da damağımızda bambaşkadır. Sohbetlerimiz ise onunla daha bir güzeldir.
Peki biz bu sohbetlerimizi taçlandıran kahveyi kime borçluyuz? Efendim, tarihçilerin verdiği bilgiye göre, kahve ilk olarak 16.yüzyılda Osmanlı Devleti’ne girmiş ve Anadolu’da yayılmıştır. Bu öyle bir yayılma olmuştur ki, insanlar için adeta ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaç maddesi hâline dönüşmüştür. Hatta bununla ilgili kısa bir magazinsel bilgi vermek istiyorum. Bugün bile ‘kırk yıl hatırı var’ dediğimiz Türk kahvesinin çok sevildiği, halk tarafından bağrına basıldığı o yıllardaki ilginç bir yasadan bahsetmek istiyorum. O dönemdeki erkeklerin, kahvehanelerde fincan fincan kahve içerken; kadınların toplum içinde kahve içemiyor oluşu, kadınların kahveyle evde buluşuyor olması, eve yeterince kahve getirmeyen kocayı, yasalar çerçevesinde boşayabilmesine imkân veriyormuş. Kahveyi ben de çok severim; ama o dönemde kahveye bu denli önem veriliyor olmasının aşırı derecede ilginç bir örneği.
Madem kahve bizim topraklarımızda yetişmiyor; peki o zaman yerinin bizde ayrı, dünyada da adının var olmasının sebebi nedir derseniz kısaca demleme yöntemi diyebiliriz. Ama ayrıntılara inecek olursak; demleme yönteminin yanı sıra, kahvenin tipi, kavurma tekniği, kavurma öğütme dereceleri, fincan başına kullanılacak su ve şeker miktarı, pişirme için kullanılan ısı kaynağı, cezvenin bakır olması, köpük, telve değerleri gibi süreçlerin geneli kültürel mirasımız olan kahveyi ‘Türk kahvesi’ yapan süreçlerdir.
Kahveyle ilgili kısa bir tarihçe ve teknik bilgiden sonra gel gelelim asıl konuya. Anadolu’nun, geçmişten günümüze konukseverliği dillere destandır. Ne var ki, bu konukseverlik, önce kahveyle başlar. Bir acı kahvesini içmeye davet edilmişsek dostumuz, komşumuz tarafından çok şanslıyız. Çünkü bu acılıkta yıllar yılı sürecek bir tatlılık, yakın bir dostluk vardır. Kültürel mirasımız olan Türk kahvemiz; eş, dost, arkadaşın sohbetine kapı açar, böylece sohbetlerimizin önsözü olur. Aslında kahvenin bir ‘bahane’ olup da istediğimiz şeyin sohbet etmek olduğunu şu sözler çok güzel ifade etmiştir:
‘‘Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane.’’
E bu kadar sohbetli bir Türk kahvesinden sonra da fala bakmadan olmazdı herhalde(!). Kahvemizin dibinde kalan ve içilmesi de çok tercih edilmeyen telve, Türk kahvesine özgü fal geleneğinin de ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Ayrıca kültürümüzle alakalı olması bakımından belirtmekte fayda görüyorum; telvesiyle ikram edilen tek kahve Türk kahvesi olmasının yanı sıra, kahve falı bakmak için de kullanılan tek kahve türü Türk kahvesidir.
Dedik ya kültürel mirasımız kahve; konukseverliğin başını çektiği kadar, evlenme geleneği ve bayramların da vazgeçilmez ikramıdır. Özellikle kız isteme törenlerinin olmazsa olmazıdır Türk kahvesi. Burada aslında, Türk kahvemiz bir içecekten daha fazlasıdır. Geleneklerimiz gereği, kahveyi pişirenin ve ikram edenin gelin adayı olmasının sebebi ise, kahvenin lezzetinin bir sınav niteliğinde olmasıdır. Bunun yanı sıra, damat adayı da aynı şekilde bir lezzet sınavından geçer. Kahvesine tuz, karabiber gibi kahveyle özdeşleşmeyen baharatlar giren damat adayı da kahveyi içmekle yükümlüdür. Burada da verilmek istenen mesaj, ‘sevdiğimin elinden zehir de olsa içerim’ demektir aslında. Tabi her şey bu kadar tozpembe olmayabilir. Damadın kahveyi içmediği durumlarda gelin adayını beğenmediği gibi ya da ona çok iyi bakmayacağı gibi anlamlara da gelebilir.
Kültürel mirasımız Türk kahvesini yanında olmazsa olmazları su ve lokum ile birlikte ikram ederiz. Bu su ve lokumun bazı anlamları vardır. Suyun kahveden önce içilmesi, kahvenin boğazdan daha kolay geçmesini sağlayacaktır. Suyun bir diğer sebebi ise; Osmanlı Devleti zamanında, eve misafir geldiğinde ev sahibi bol köpüklü bir Türk kahvesi pişirir ve yanına da bir bardak su koyarmış ki, misafir suyu kahveden önce içerse, karnının aç olduğu anlamına gelir, hemen sofra kurulurmuş. Yok eğer karnı tok da önce kahvesini içerse amacının sohbet etmek olduğu anlaşılırmış.
Kahvemiz Osmanlı’dan beri süregelen kültürel mirasımızdır. Bu mirasın izlerini, kültürümüzün yaşatıldığı her coğrafya da görmek mümkündür. İster Türk kahvesinin müptelası olsun, ister çok tüketmesin veya hiç tercih etmesin; ama Türk kahvesi takımı olmayan bir evi, neredeyse hayal etmek imkânsızdır.
Bu arada, 2013 yılında Türk kahvesiyle ilgili çok sevindirici ve gurur verici bir gelişme yaşanmıştır. Türk kahvesi kültürü ve geleneği UNESCO ‘İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ ne girmiştir.
Bu yazımda da kahveyi çok fazla anarak umarım uykularınızı kaçırmamışımdır(!). Ama şaka bir yana, bu ninni de olsa kahve de olsa kültürümüze sahip çıkmanın, geleceğe sahip çıkmanın bir gereği olduğunu düşünüyorum. Ve bu düsturla yazılarımı kaleme alıyorum.
Kapanışımı son olarak, güzel bir temenni ile yapmak istiyorum. Kahveniz her zaman ağzınızın tadına göre olsun. Kahvenizi her zaman iyi günde, kötü günde yanınızda olan dostlarınızla içmek kısmet olsun. Konuyla ilgili üstat Abdülbaki Gölpınarlı’nın bir manisine değinmeden geçemeyeceğim:
‘‘Kahvelerim pişti gel
Köpüklerim taştı gel
İyi günüm dostları
Kötü günüm geçti gel’’
Bu da benden sıkıntılı günlerimizde yanımıza uğramayan iyi gün dostlarına gelsin(!).
Canan Ravlı Dağıstan
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.