DURAN ERDOĞAN KÜTÜPHANESİ (1)

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 06.04.2016 - 12:52, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

DURAN ERDOĞAN KÜTÜPHANESİ (1)

Günümüzde herkes elindeki akıllı telefonla, aklınca gûya medenî vasıtadan yararlanıyor. Maalesef, kitap okuma alışkanlığını unutturan bir engel olarak anımsatılıyor bu telefon muhabbetlerimiz. Bu görüşe katılıyorum: Bence de akıllı telefonla oynamak, internet ortamında sanal âlemde boş-boş gezmek, ‘kuru çayda akıntıya kürek çekmek’ demektir. Bir Kırşehir deyişiyle bu görüşü pekiştirmem gerekirse: “Duru suyla yayık yayılmaz.” Çünkü duru sudan ‘yağ ve ayran’ çıkarılmaz.52. Kütüphane Haftası 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında bütün yurtta kutlandı. Rol yapmak, dikkat çekmek için hemen her İl ve Kütüphane değişik vizyonla, ilginç-çarpıcı programlarla gündem hazırladı. Ancak ne var ki kitap okuma sevgisi ve kitap okuma alışkanlığının yetersizliği bir kere daha gözler önüne serildi. Bu girizgâhın ardından sadede gelerek, hayatımdaki bizzat bazı yaşanmışlarımı -öğünmek için değil, örnek olması için- sizlerle anekdot olarak paylaşmamın doğru davranış olduğunu düşünüyorum: Ömrümün ilk 18 yılı Mucur-Kurugöl’de “Çiftçilikle-Çobanlıkla” geçti. İlkokul öğretmenim şair-ozan-yazar ve gazeteci H.Vahit Bulut idi. Okumayı, yazmayı, yazar ve gazeteci olmayı öğretmenimi taklit ederek, öğretmenimi örnek alarak öğrendim. Öğretmenim bir defasında açık havada yaptığımız bir derste bana: “Haydi havaya ATATÜRK yaz” dedi. Ben de havaya ATATÜRK’Ü 360 derece dönerek yazdığım da öğretmenim: “Görüyor musunuz çocuklar! Atatürk o kadar büyük adam ki uzaya bile sığmadı” demiştir. Kurugöl Türkiye’mizin tam ortasında, Doğu-Batı-Güney Karayollarının kesiştiği kavşak noktadadır. Bundan 60 yıl önce yollarda dinlenme tesisleri olmadığı için, Köyün içindeki çeşmelerden su içmek ve ihtiyaç gidermek için duran otobüs yolcularından gazete isterdim. Ya da giden otobüslerden “Gazete at!” diye bağırarak aldığım günlük gazeteleri, sürümü otlatırken okurdum. Okur-yazar olmayan Anam: “Oğlan, yine gazete getirmiş” der ve gazeteyi paket yaparak değerlendirdiğine çok sevinirdi. Yokluğun, yoksulluğun, kıtlığın ve en önemlisi eğitimsizliğin tavan yaptığı, çocukluğumu yaşadığım 1940-1950’li yıllarda, babam harçlık veremezdi: Ben de anamın verdiği yumurtaları satıp, çerçilerden “Namaz Hocası, Mevlid, Hayber Kalesi Cengi, Kan Kalesi Cengi, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin Leylâ ile Mecnun” gibi küçük hikâye kitaplarını alıp, okurdum. Babamın Köy Odasında günlerce misafir kalan Geycekli Aşık Hasan Nebioğlu’dan da destan satın alırdım.Babam, okuması-yazması olmayan ümmi birisiydi. Dört oğlu ile iki kızı vardı. Tüm çocuklarını yazı-yabanda çalıştırmayı çok sever ve günlük iş ortamını düzene koyardı. Ben anamın engin ehil anlayışıyla, Mucur-Kurugöl arasındaki 6 Km.lik yolu kar-kış- yağmur-çamur demeden her gün yaya gidip-gelerek ortaokulu okudum. Bütünlemeye kaldığım tek Matematik dersini de ancak üç yıl sonra verdim. Okul Müdürüm rahmetli Hüseyin Güner’in bütünleme sınavı sırasında mümeyyiz öğretmenlere: “Bu domuz her şeyi bilir; iki kere ikinin dört ettiğini bilemez. Şunu mezun edin gitsin!” sözü halen kulağımda çınlar, durur. Çobanlık canıma tak etti… Yine anamın yardımıyla ve okuma aşkıyla 1965 yılının Ocak Ayının 6. çetin bir kış günü babamdan gizlice Ankara’ya kaçtım. Anamın beni yollarken boynuma sarılıp: “Eğer okumazsan, kötü arkadaşlara karışır, kötü işlere bulaşırsan; sana analık hakkımı ve sütümü helâl etmem. Şu göğsümden emdiğin kan, öbüründen emzirdiğim irin olsun!” dediğini asla unutmuyorum.Artık Başkent’teyim! Ankara Valisi’nin ve zamanın Belediye Başkanı Mucur’lu hemşerim Halil Sezai Erkut’un beni merasimle, şerefime top atışları yaptırarak, Etlik’teki terminalden törenle karşıladığını mı sanıyorsunuz? Şairin dediği gibi: “Üstte yok, başta yok. Cep delik, cepken delik; kevgir misin be kardeşlik!” Ürkek, çekingen, korkak, aç, sefil, gariban, sefalet içinde geçen Ankara günleri… Kurda, kuşa yem olma korkusu… Ayakta kalmak için direnme azmi…Sözün özü: Nice zorluklara göğüs gererek ‘anasız-babasız’ gurbet ellerde nasıl okunurmuş; okumak için aldığım binlerce kitabımla üç kütüphane kurup bu milletime nasıl bağışlanırmış?... Okuyan başarılı kız yetimlere harçlık nasıl verilirmiş?.. Kütüphane içerikli hayat öykümü anlatmaya kaldığım yerden devam edeceğim. Hoşça kalınız. Duran ERDOĞAN Kırşehir Anekdotları Yazarı E.posta: [email protected] (Web) http://www.duranerdogan.com
Günümüzde herkes elindeki akıllı telefonla, aklınca gûya medenî vasıtadan yararlanıyor. Maalesef, kitap okuma alışkanlığını unutturan bir engel olarak anımsatılıyor bu telefon muhabbetlerimiz. Bu görüşe katılıyorum: Bence de akıllı telefonla oynamak, internet ortamında sanal âlemde boş-boş gezmek, ‘kuru çayda akıntıya kürek çekmek’ demektir. Bir Kırşehir deyişiyle bu görüşü pekiştirmem gerekirse: “Duru suyla yayık yayılmaz.” Çünkü duru sudan ‘yağ ve ayran’ çıkarılmaz.52. Kütüphane Haftası 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında bütün yurtta kutlandı. Rol yapmak, dikkat çekmek için hemen her İl ve Kütüphane değişik vizyonla, ilginç-çarpıcı programlarla gündem hazırladı. Ancak ne var ki kitap okuma sevgisi ve kitap okuma alışkanlığının yetersizliği bir kere daha gözler önüne serildi. Bu girizgâhın ardından sadede gelerek, hayatımdaki bizzat bazı yaşanmışlarımı -öğünmek için değil, örnek olması için- sizlerle anekdot olarak paylaşmamın doğru davranış olduğunu düşünüyorum: Ömrümün ilk 18 yılı Mucur-Kurugöl’de “Çiftçilikle-Çobanlıkla” geçti. İlkokul öğretmenim şair-ozan-yazar ve gazeteci H.Vahit Bulut idi. Okumayı, yazmayı, yazar ve gazeteci olmayı öğretmenimi taklit ederek, öğretmenimi örnek alarak öğrendim. Öğretmenim bir defasında açık havada yaptığımız bir derste bana: “Haydi havaya ATATÜRK yaz” dedi. Ben de havaya ATATÜRK’Ü 360 derece dönerek yazdığım da öğretmenim: “Görüyor musunuz çocuklar! Atatürk o kadar büyük adam ki uzaya bile sığmadı” demiştir. Kurugöl Türkiye’mizin tam ortasında, Doğu-Batı-Güney Karayollarının kesiştiği kavşak noktadadır. Bundan 60 yıl önce yollarda dinlenme tesisleri olmadığı için, Köyün içindeki çeşmelerden su içmek ve ihtiyaç gidermek için duran otobüs yolcularından gazete isterdim. Ya da giden otobüslerden “Gazete at!” diye bağırarak aldığım günlük gazeteleri, sürümü otlatırken okurdum. Okur-yazar olmayan Anam: “Oğlan, yine gazete getirmiş” der ve gazeteyi paket yaparak değerlendirdiğine çok sevinirdi. Yokluğun, yoksulluğun, kıtlığın ve en önemlisi eğitimsizliğin tavan yaptığı, çocukluğumu yaşadığım 1940-1950’li yıllarda, babam harçlık veremezdi: Ben de anamın verdiği yumurtaları satıp, çerçilerden “Namaz Hocası, Mevlid, Hayber Kalesi Cengi, Kan Kalesi Cengi, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin Leylâ ile Mecnun” gibi küçük hikâye kitaplarını alıp, okurdum. Babamın Köy Odasında günlerce misafir kalan Geycekli Aşık Hasan Nebioğlu’dan da destan satın alırdım.Babam, okuması-yazması olmayan ümmi birisiydi. Dört oğlu ile iki kızı vardı. Tüm çocuklarını yazı-yabanda çalıştırmayı çok sever ve günlük iş ortamını düzene koyardı. Ben anamın engin ehil anlayışıyla, Mucur-Kurugöl arasındaki 6 Km.lik yolu kar-kış- yağmur-çamur demeden her gün yaya gidip-gelerek ortaokulu okudum. Bütünlemeye kaldığım tek Matematik dersini de ancak üç yıl sonra verdim. Okul Müdürüm rahmetli Hüseyin Güner’in bütünleme sınavı sırasında mümeyyiz öğretmenlere: “Bu domuz her şeyi bilir; iki kere ikinin dört ettiğini bilemez. Şunu mezun edin gitsin!” sözü halen kulağımda çınlar, durur. Çobanlık canıma tak etti… Yine anamın yardımıyla ve okuma aşkıyla 1965 yılının Ocak Ayının 6. çetin bir kış günü babamdan gizlice Ankara’ya kaçtım. Anamın beni yollarken boynuma sarılıp: “Eğer okumazsan, kötü arkadaşlara karışır, kötü işlere bulaşırsan; sana analık hakkımı ve sütümü helâl etmem. Şu göğsümden emdiğin kan, öbüründen emzirdiğim irin olsun!” dediğini asla unutmuyorum.Artık Başkent’teyim! Ankara Valisi’nin ve zamanın Belediye Başkanı Mucur’lu hemşerim Halil Sezai Erkut’un beni merasimle, şerefime top atışları yaptırarak, Etlik’teki terminalden törenle karşıladığını mı sanıyorsunuz? Şairin dediği gibi: “Üstte yok, başta yok. Cep delik, cepken delik; kevgir misin be kardeşlik!” Ürkek, çekingen, korkak, aç, sefil, gariban, sefalet içinde geçen Ankara günleri… Kurda, kuşa yem olma korkusu… Ayakta kalmak için direnme azmi…Sözün özü: Nice zorluklara göğüs gererek ‘anasız-babasız’ gurbet ellerde nasıl okunurmuş; okumak için aldığım binlerce kitabımla üç kütüphane kurup bu milletime nasıl bağışlanırmış?... Okuyan başarılı kız yetimlere harçlık nasıl verilirmiş?.. Kütüphane içerikli hayat öykümü anlatmaya kaldığım yerden devam edeceğim. Hoşça kalınız. Duran ERDOĞAN Kırşehir Anekdotları Yazarı E.posta: [email protected] (Web) http://www.duranerdogan.com
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.