Atatürk İstanbul'u İşgalden Kurtarmasaydı Değil Ayasofya Sultan Ahmet Bile Kilise Olmaktan Kurtulamazdı
Atatürk İstanbul'u İşgalden Kurtarmasaydı Değil Ayasofya Sultan Ahmet Bile Kilise Olmaktan Kurtulamazdı
Bülent Demirbaş Yazıyor
Türkiye 10 Temmuz 2020 tarihinde 1453 yılında fetih ile birlikte kılıç hakkı olarak kiliseden camiye çevrilen tarihin en eski sanat eseri nitelik ve değerlerinden birisi olan Ayasofya Camiinin 1934 yılında alınan kararla çevrildiği müze statüsünden tekrar camii statüsüne alınmasına ilişkin gelişmeyi büyük bir coşku ile kutladı.
Bu hemen hemen tamamı Müslüman olan bir ülkede pek de yadırganmayacak bir sevinç olması kabul edilmelidir.
Hatta seküler anlayış ve ideolojiye daha çok sahip çıkan sol kesimden, dahası Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP’den de hakikaten olumlu tepkiler geldi.
Elbette Ak Partinin bu durumdan siyasi rant olarak faydalanmasının istenilmemesi nedeniyle verilmesi düşünülen bazı tepkilerin dahi bir kısım partilerin iç mekanizması ile önlendiği de iddia edilmiştir.
Bunlar sanırım daha uzun süre tartışılacaktır. Benim bu yazı ile esasında üzerine eğilmek konu Ayasofya mevzuu üzerinden Atatürk düşmanlığı yapılması, cumhuriyetin temel nitelik ve tarihi kazanımlarına itiraz seslerinin yükseltilmesi gibi art niyet taşıyanların fırsatçılığına karşı dikkatli olunması gerekliliği üzerine olacaktır.
Ayasofya’nın müze statüsünden tekrar camiye dönüştürülmesi Atatürk’ün değeri, büyüklüğü, ileri görüşlülüğü, büyük önder ve kelimenin tam manasıyla “gerçek dünya lideri” olduğu hakikatlerini değiştiremez.
Tarih bilimin gereği ve bir gerçeği olarak tarihi her olay ve gelişme zamanın kendi şartları ile değerlendirilerek anlanmaya, idrak edilmeye çalışılmalıdır.
Geçmişteki olayları ileri bir zamanda değerlendirirken değerlendirilme zamanı şartları tesirinde kalanlar yanılmaya, tarihi çarpıtmaya ve hakikatlerden uzaklaşmaya mahkumdurlar.
Bugün tarihi hakkıyla değerlendiren bizler Fatih Sultan Mehmet Han’ı peygamber övgüsüne mazhar olmuş büyük bir fatih padişah diye anarken elbette kundaktaki bir yaşındaki kardeşini boğdurmuş bir cani demiyor, (diyen cenah tabi ki var) suçlamıyoruz.
Zira babadan oğula sultanlığın geçtiği devirlere ve şartlara bakıp, kardeş kavgaları ile devletin harap olmaması için, milyonların hayatı ve devlet bekası için alınmış acı da olsa fetvalarla temellendirilmiş bir zamanın gereği siyaseten katl uygulaması olarak görüp kabul ediyoruz.
İşte durumu fırsat bilip Atatürk’e saldıranlarda maalesef aynı hüsnü niyet ve tarihi olayları zamanın şartlarına göre değerlendirme bilimselliğini görmüyoruz.
Bir kere öncelikle ve özellikle hatırlatmak gerekir ki Kurtuluş savaşının muzaffer komutanı Atatürk sayesinde Anadolu’nun tüm camileri kilise olmaktan kurtulmuştur.
İstanbul işgalden eğer kurtarılmasaydı sadece Ayasofya değil, Sultanahmet Camii bile kilise olmaktan kurtulamazdı.
Bunları görmezden gelip sırf Ayasofya’nın müze statüsü üzerinden Cumhuriyetin kuruluş değerlerine saldırmayı fırsat bilmek art niyetlilik olacaktır.
Unutulmamalıdır ki İstanbul işgal edildiğinde Ayasofya’nın anahtarı işgalci İngiliz komutana Sultan Vahdettin tarafından teslim edilmiş, işgale son verildikten sonra anahtar Mustafa Kemal Atatürk tarafından tekrar geri alınmıştır.
Ayasofya Atatürk’e düşmanlığın değil, minnetin sembolüdür. Ayasofya’yı Cumhuriyet ilkelerine düşmanlığın gerekçe ve sembolü haline getirmek tamamen kötü niyetli bir tutumdur.
Misalen bir bakış açısı geliştirmek gerekirse şu olay başat olacaktır; Atatürk 1930 yıllarda İtalya’da Mussolini ile faşist, Almanya’da Hitler ile nazi tehdidinin yükselişini görmüş, Türkiye’yi doğuda Sadabat Paktı, batıda Balkan Paktı ile güvenlik çemberine almıştır.
Yunanistan’ın da dahil olduğu Balkan Paktının son şeklini aldığı tarih 1934 yılıdır. Yani Ayasofya’ya müze statüsü verildiği tarihtir. Bu durumun siyaseten stratejik bir hamle olarak yapıldığı değerlendirilmesine dair bir tez de oluşturabilmektedir. Bu tüm tarihi şahsiyetler gibi Atatürk de döneminin tüm olay ve şartları ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğine dair bir teori örneğidir, tartışılabilir.
Atatürk döneminde şartları oluşmamış olması nedeniyle çok partili hayata geçilememesi Atatürk çok partili hayatı istemiyor olarak değerlendirilmeye yeter mi? Atatürk yaşasaydı 1950 yıllarının dünyasında Türkiye hala çok partili hayata geçemeyip tek particilik devam eder miydi yoksa gelişen ve oluşan şartlara göre mi harekete geçerdi? Atatürk’ün tüm hayatına baktığımızda değişen şart ve olaylara göre sürekli bir devinim, evrimle, değişim ve gelişme halinde olduğunu, statükocu olmadığını görüyoruz. Atatürk’ün zamanın şartlarına göre siyaseten uygun hamleler yapmasını bilen tarihin gördüğü en büyük liderlerden birisi olduğu gerçeğini kimse değiştiremez.
Ayasofya Atatürk’e ve cumhuriyet değer ve kazanımlarına saldırı malzemesi olarak kullanılmamalı, aksine Atatürk ve tüm silah arkadaşları Anadolu’daki tüm camilerin işgalciler tarafından kiliseye çevrilmesine engel olan kahramanlar olarak saygı ve minnetle yad edilmelidirler.
Hele ki birileri Ayasofya’dan sonra şimdi sıra “hilafet ve saltanatta” seslerini yükseltmeye kalkarlarsa Ayasofya ile ülkede oluşmuş birlik ve sevinç atmosferi Allah muhafaza tehlikeli bir kamplaşma ve çatışmaya dönüşme tehlikesi oluşturabileceklerdir.
Evet, tarihi şartlar ve gerekler neticesi Ayasofya yeniden camii olarak milletimizin ortak sevinç nedeni olmuştur. Lakin hiç kimse bunları Türkiye Cumhuriyetinin temel kuruluş nitelik ve ilkelerine bir saldırı fırsatı olarak görmeye kalkarak ülkenin temellerine dinamit yerleştirmeye kalkmamalıdır.
Unutulmasın ki Anayasamızın değiştirilemez 2. maddesinde tanımlandığı gibi;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Av. Bülent Demirbaş
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.